Kan ve bekleyiş

Bir vakitler bir dostumla “sevdiğimiz şeyler” üstünden sohbet ederken, sohbet bizi bir ironiye taşımış ve dostum sormuştu; “Burada, bizim ülkemizde mi?”

Ve eklemişti;
“En Sevdiğim çiçek: Kan çiçeği.
En sevdiğim çay: Tavşan kanı.
En sevdiğim roman: Kan Kalesi.
En sevdiğim renk: Kan kırmızısı.
En sevdiğim toprak: Kızıl toprak...

Ve yahu demişti “düşünsene, kan renginden başka ne gördün ömründe...”

Evet, elli dört yıllık ömrümün en az kırk yılından kan aktı, doğrudur. Kan, oluk oluk çoğu zaman. Durmaksızın ve en derinden, hep kan...

Biz neden böyleyiz, neden kanla konuşuruz ve neden dört yanımız kan kuyusu. Ömür denilen bu olamaz, olmamalı. O zaman nedir bu ömür dediğimiz şey, neyi yaşayacağız ve göreceğimiz nedir ki bundan böyle?

Adalet saraylarından, adalet yerine kan akar, biz bekleriz.

Madenler, ormanlar kana bulanır, derelerden kan akar, biz bekleriz.

Zeytinler, çamlar, köknarlar, meşeler kesilirken kan ağlar, kan akıtır, biz bekleriz.

Töre, namus vs. uğruna kadınlarımızı keserler sokakta, kan akar, biz bekleriz.

Kanlı bir el kadınlarımızı kara çarşaflara sokar, kan ağlatarak, biz bekleriz.

Küçücük kızlarımızı gelin ederler küçücük kalçalarından kan akar, biz bekleriz.

Bütün şarkılar, bütün şiirler kanı söylemeye başlar, biz bekleriz.

Meyhane masaları, ev masaları, iş masaları ve parklarda kan konuşulur, biz bekleriz.

Dağ başlarında yoksulun sürüsünü kurt kapar, it kapar, kan akar, biz bekleriz.

Sokağa çıkar işçi kan akar, biz bekleriz.

Sokağa çıkar gazeteci, oyuncu, sinemacı, sanatçı, kan akar, biz bekleriz.

Sokağa çıkar öğrenci, sokağa çıkar barış yanlısı, kan akar, biz bekleriz.

Sokağa çıkar genç, kadın, çocuk ve kan akar. Ve her nasılsa hep kan akar ve biz hep bekleriz...

İşte n’apacağımızı bilmediğimiz, beklediğimiz ve hep beklediğimiz bunca yılların şerefine, şerefsizler kan akıttılar yine...

Yine oluk oluk kan, bu kez ülkenin her yanından. Ne söylense boştur artık, sözler, yazılar, şiirler, şarkılar kifayetsizdir...

Çünkü en geniş anlamdaki Türkiye halkı bekliyor yine.

Sokaklar bomboş, sokaklar ıpıssız ve gaz altında yine sokaktaki üç-beş güzel yürekli insan. İsyanı sokağa taşmış üç-beş güzel insanın...

Bu mu, hepsi bu mu olmalı, bunca güzel çocuğun ardından?

Peki biz kimiz, neyi beklemekteyiz böyle, kanlı karanlıklar boyunca? Buna mutlaka bir yanıt bulmalıyız... Çünkü biz bekledikçe, biz sustukça, kan beklemiyor hiç, kan konuşuyor kalleşçe...

Ne demişti Can Yücel, “Yaprak dökümü” adlı şiirinde:

Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar
Mevsim dönüp de yeniden yeşermeğe başlayınca rüzgar
Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkiyalar
Onlar da olmasalar benim gayrı kimim var?

Önceki ve Sonraki Yazılar