Kral Abdullah'ın anısına, saygıyla

Bundan tam 35 yıl önce, 24 Ocak 1980’de, Demirel hükümeti Müsteşar Turgut Özal’ın hazırladığı yeni bir “istikrar tedbirleri paketi”ni kamuoyuna açıkladı.

Paket öylesine “radikal” önlemler içeriyordu ki, yıllardır Türkiye’yi bunun için sıkıştıran IMF dahi şaşkınlık içerisindeydi.

Özal, yerli ve uluslararası sermayenin talepleri doğrultusunda ve bir istikrar tedbirleri paketinin çok ötesinde, Türkiye ekonomisini neoliberal talana açacak bir program hazırlamıştı.

24 Ocak Kararları sermayenin elini güçlendirip rahatlatan, emeğiyle geçinen insanların ve işçi sınıfının ise kazanılmış haklarını gasp etmeyi amaçlayan yoğunlaştırılmış bir sömürü programıydı.

Ancak 1980 Türkiye’sinde sendikalaşma oranı tarihin en yüksek seviyesindeydi, her gün yeni bir işyerinde yeni bir grev başlıyor, işçiler meydanlara sığmıyordu.

Yani bu programı “normal” koşullarda, “asgari bir demokrasi”de hayata geçirmek mümkün değildi; emekçiler buna asla izin vermezdi.

İşte tam da bu nedenle, bundan sadece 8 ay sonra, 12 Eylül’de asgari demokrasi yerine askeri rejim işbaşına gelecek ve sermaye şöyle diyecekti: Artık gülme sırası bizde!

***

Uğur Mumcu, hep cesur bir kalem oldu; 80’ler boyunca 24 Ocak ve 12 Eylül karanlığını yazdı, darbenin Türkiye toplumuna giydirmeye kalkıştığı deli gömleğine itiraz etti.

Mumcu darbe sonrası Türkiye’nin nasıl bir İslamizasyon sürecine sokulduğunu ilk keşfeden isimlerdendi.

24 Ocak’ın neoliberal talan programı, soldan uzaklaştırılmış ve dinselleştirilmiş bir toplum yaratarak hayata geçirilebilirdi ancak ve Mumcu bunu görmüştü.

Petro-dolarların Türkiye’ye nasıl girdiğini, ANAP’la körfez sermayesi arasındaki ilişkileri, palazlandırılan tarikat sermayesini ve bunun 12 Eylül’ün ideolojisi olan Türk-İslam senteziyle bağlarını uzun uzun anlattı.

Uğur Mumcu, 1993’te ve henüz 12 Eylül mantığı devam ediyorken, bir 24 Ocak günü arabasına düzenlenen bombalı saldırı neticesinde yaşamını yitirdi.

***

90’lar, Türkiye’nin en karanlık yıllarıydı ve devlet Kürt sorununun çözümü için şiddetten başka bir seçenek olmadığını düşünüyordu.

Yargısız infazlar, köy boşaltmalar, gözaltında kayıplar “kirli savaş”ın en sık başvurulan araçları haline gelmişti.

Kontrgerillayla olan bağlantısı nedeniyle bölge halkının Hizbulkontra diye adlandırdığı Hizbullah bu dönemde kirli savaşın tetikçiliğini üstlendi ve sayısız cinayete imza attı.

12 Eylül zihniyetinin ürünü olan dinselleşme ve şiddet Hizbulkontra şahsında somutlaşıyordu.

90’lar bittiğinde bumerang tersine döndü; halk tarafından sevilen nadir devlet görevlilerinden biri olan Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, 2001’de ve yine o uğursuz günde, yani 24 Ocak’ta katledildi.

***

24 Ocak Kararları, 24 Ocak cinayetleri derken, 2015’in 24 Ocak’ına gelindi.

Ve Türkiye o gün, Mumcu’nun ipliğini pazara çıkardığı körfez sermayesinin en tepesindeki ismin, Suud Kralının ardından “milli yas” ilan etti.

24 Ocak, 12 Eylül, petro-dolar, Rabıta, Türk-İslam sentezi derken, gelinen nokta burasıydı.

Ve aynı gün Yeni Türkiye’de, Gaffar Okkan’ın katilleri, Okkan’ı ve başka sayısız insanı öldürdükleri kentte binlerce kişiyle miting düzenleyip Charlie Hebdo katliamını sahiplendi.

Demokrasi, milli irade, Kürt sorununa demokratik çözüm derken buraya gelinmişti.

***

24 Ocak ve 12 Eylül…

Bir neo-liberal dinsel otoriterleşme projesi olarak yollarına devam ediyorlar.

Madenciyi yerin yedi kat altına gömüp bir 24 Ocak günü “anısına saygıyla” diyerek Krala yas ilan ediyor, Paris katliamcılarına selam gönderiyorlar.

Burası yeni Türkiye.

Önceki ve Sonraki Yazılar