Mahallemdem umudum kalmıyor!

İlk defa bir yazıya başlarken dakikalarca bilgisayar başında oturup, mavi ekranla bakıştım. Tereddüt ettim. Yazıp yazıp sildim.

Zira –yanlış anlamayın veda etmiyorum ama- bir veda mektubu gibi olacak bu yazı. Türkiye’nin gidişatı bir yana.. Mahallemizde olup bitenler “tükenmişlik” duygusu veriyor.

Havuz medyasından söz bile etmiyorum. Daha üç beş yıl öncesine kadar aynı yolda yürüdüğümüz gazetecilerin, bugün RTE’nin zabıt katibi gibi çalıştığını görmek yetip de artıyor zaten.

Ana akım medya denilen “GEMİSİNİ KURTARAN KAPTAN” ekibinden de söz etmiyorum. Onların da, öğle yemeklerinde mırıl mırıl şikayetler döktürüp sonra aynı masalları okumaya koşturması da, konuşmaya değmez konulardan.

Ya, adına muhalif dediğimiz alanda olanlar.

Örneğin, Utku Çakırözer’in Cumhuriyet’in başından alınması.. İşte bu, konuşmaya / tartışmaya değer bir mesele.

*

Eski tip telefon santrallerini bilir misiniz? Binlerce, binlerce kablo oradan gelir buraya takılır. Her seferinde bağlantılar kurulur, bağlantılar kopartılır.

Türkiye’nin ve doğal olarak medyasının hali buna benziyor. RTE önderliğinde bir ekip, Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye için geldi. Memleketin bütün bağlantı kablolarını yerlerinden çıkarttı. Rastgele oraya buraya taktı veya açıkta bıraktı. Herşey birbirine girdi. Tüm kavramlar kördüğüm halinde.

Utku Çakırözer’in görevden alınması ve Cumhuriyet’i, buradan konuşmaya başlamamın nedeni, bir tweet.

Yazana göre, Utku Çakırözer gazeteyi Cemaatçi yapmıştı. Bu yüzden de iyi ki gitmişti!

Bir başkasına göre ise, Charlie Hebdo seçkisi yüzünden gitmişti Utku.

Ne demeli! O da yalan bu da yalan.

Bildiğim kadarıyla, Utku kesinlikle Cemaatçi değil. Hatta herhangi bir şucu bucu da değil. Bildiğimiz gazeteci.

Yine bildiğim kadarıyla, Charlie Hebdo seçkisi konusunda ilk adımı atan o değil. Hatta, hazırlığın son anda farkına vardığı ve “benim neden haberim olmuyor” diye (haklı olarak) sitem ettiğini de biliyorum.

Oysa, şimdi omuzlarında böyle bir iddianın yüküyle gidiyor. Ne de olsa, onun genel yayın yönetmenliği sırasında yayınlandı o seçki. Ve görevden alma da, bu çok tartışmalı olayın hemen arkasından yaşandı.

Diyeceksiniz ki, “madem o sırada genel yayın yönetmeniydi, neden yayınlanmasına engel olmadı”..

Haklı bir soru. Tabii, gazetelerdeki güç dengelerini gözardı ederseniz. Utku’nun gönderilmesinin ardından tepki gösteren ilk (ve şu ana kadar tek) isim olan Orhan Bursalı’nın sözleri ipucunu veriyor: “Utku’nun gönderilmesine çok üzüldüm. Başarılı olması için, gazete uygun ortamı yaratmadı”.

Kimler, nasıl yaratmadı? Bilmiyorum.

Bildiğim, Utku’nun, bir çekişmenin kurbanı olduğu. Türkiye’deki ideolojik / politik / kişisel kavganın izdüşümü diyebileceğimiz bir çekişme bu.

Bazen, köşe yazılarına veya manşetlere yansıyor. Bazen de işte böyle kurbanlar alıp veriyor.

*

YURT gazetesi, maddi / manevi binbir güçlükle çıkıyor. Bilen biliyor.

BİRGÜN gazetesi neredeyse tümüyle gönüllülük esasıyla yaşayabiliyor. Yine bilen biliyor.

TARAF, misyonunu çoktan doldurdu. Can çekişiyor.

SOL, dergiye döndü. RADİKAL bilgisayara hapsoldu. KARŞI, hâlâ tam olarak çözemediğim tuhaf bir operasyonla kurulup kapandı.

Yani, SÖZCÜ dışında muhalif gazeteler, sapır sapır dökülüyor. Okunmuyor, satılmıyor, maaş ödeyemiyor, büyüyemiyor.

Cumhuriyet, bu açıdan çok önemli bir sığınak.

Hele, her gün gazeteleri elden geçirip haberlerini ekranda paylaştığım için biliyorum, Cumhuriyet çok değerli bir kaynak.

Yine aynı nedenle biliyorum, Utku Çakırözer ve Ankara ekibi, yıllardır o kaynağın en önemli haberlerine imza attılar. İleride değerleri daha iyi anlaşılacak dosyaları ortaya çıkarttılar.

Hem de, AKP ve RTE’nin medyayı ezip geçtiği.. Cumhuriyet’i de veto ettiği bir dönemde.

Her türlü çekişmeyi bir kenara bırakıyorum. Utku Çakırözer’e yapılan, sırf bu nedenle ayıp geliyor bana.

Sevgili arkadaşım Orhan Bursalı dışında ses veren olmaması, sahip çıkılmaması da çok üzüyor.

*

Biz haberciler, her yeni güne, lanetli Sisyphos gibi başlarız. Tıpkı onun, dev bir kaya parçasını her gün dağın tepesine çıkartıp, ertesi gün o kayayı dağın eteklerinde bulması.. Ve yeniden yeniden yeniden tepeye çıkartması gibi.

Bizim için de dünya her sabah yeniden kurulur. Gün boyu, o günü kayıtlara geçirmek / sizlere aktarmak / tarihin müsveddesini tutmak için koştururuz.

Sisyphos’u hatırlatacak bir “lanet” gibidir, bu. Her gün yeniden yeniden yeniden..

O nedenle UMUT olmadan yapılmaz. Haberinizi okuyacak, duyacaklar. Karanlığa bir delik de siz açacaksınız. Gerçeğe ulaşan yola bir taş da siz koyacaksınız. Böyle bir umutla yapılır gazetecilik. Tabii gerçek gazeteciler için!

Oysa.. Kendi adıma, umudun sonuna geldim artık. İnsanlar / SİZLER gazete almayacaksanız.. Okumayacaksanız.. Dinlemeyecekseniz.. Ya da okuyup dinleyip arkanızı dönüp uyuyacaksanız..

Utku Çakırözer gibi, gazetecilikten başka suçu olmayan insanlar dışlanacak, atılacak, unutulacaksa..

O kayayı hangi duyguyla, enerjiyle sırtlayıp dağ yoluna koyulabilirsiniz ki!

Umut biterse, geride ne kalır!!!

***

Yes it is!

Cumhurbaşkanımız, müstakbel başkanımız, yarı başkan fazlamız, copumuz sopamız, en akıllı ve en bilenimiz RTE, konuşmalara doyamıyor. Hele konu paralel yapı ve başkanlığa geldi mi, öyle coşuyor ki ayarı bile bozuluyor. Bu nedenle olsa gerek, son konuşmalarından birinde “İngiltere bana göre yarı başkanlık” dedi. Soru sormamak üzere karşısında oturan gazeteciler, haliyle, “nasıl ya!” demedi. “Bunu nereden çıkartıyorsunuz” diye soramadı. Ama sosyal medya yıkıldı geçti. Benim en beğendiğim tweet de, RTE’nin tesbitini alkışlayan Cem Toker’den geldi:

“İngiltere yarı başkanlık sistemi, Akdeniz de White Sea. Yes it is Ukalalığa gerek yok! Biz mi daha iyi bileceğiz, milli iradenin seçtiği mi?

Vallahi bence de yes it is, yani! Milli irade böyle buyurdu madem…

Önceki ve Sonraki Yazılar