Twitter skandalı ve gezi

Ben şu Twitter’ı yasaklama skandalını öyle değerlendiriyorum: Gezi ruhu bir raund daha kazandı!
 
       Erdoğan bir kez daha istediğini yapamadı. Yapmak için var gücüyle yüklendi, ama karşısındakiler kaşla göz arasında onu madara ettiler.
 
       O, artık istediklerini yapamayan bir muktedirdir. İktidarsız bir muktedir!
 
       Bunun ilk keşfedildiği anı, yani Gezi Olayları’nı, kralın çıplak olduğunun haykırıldığı ana benzetebiliriz. Bu, bir kırılma noktasıdır. Gözlerin açıldığı nokta.
 
       Nerede kalmış 2023, 2053, 2071…  Muktedir için, artık gelecek ay bile garanti değildir. İlelebet süreklilik ve yenilmezlik mitosları bir anda yıkılmıştır.
 
        Ki, bu mitoslar muktedirin en büyük sermayesidir.
 
       Bunlar olmadığı için, o günden bu yana yenilgilerine yenilgiler ekleniyor!
 
       Dünyanın hayret ve hayranlığını çeken son ‘Twitter Skandalı’yla birlikte, bir muktedirin düşebileceği en acıklı noktaya geldik: Emirlerinin bir işe yaramadığı, buyruklarının mizah yazarları ve karikatüristler dışında kimse tarafından ciddiye alınmadığı noktaya.
 
        Neredeyse “Dünya düzdür, öküzlerin boynuzları arasında durur” dediği noktaya.
 
        Bu nokta onu daha da çılgınlaştıracaktır. Kendisine körükörüne bağlı kitleleri de çılgınlaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Ateşle oynayacaktır.
 
       Ama nafile: Harfler duvara yazılmıştır!
 
                                                                       *
 
        Evet, Gezi Ruhu devam ediyor. Bu ruh, Gezi Parkı’ndan kovdukları için o zaman da sığındığı iki yerde devam ediyor: Sokakta ve siber ortamda. (Artık ‘sanal’ ortam demiyoruz, çünkü o ortam da ‘gerçek’).
 
        Berkin’in cenazesine katılan büyük kalabalık, bileşim ve hava olarak, Gezi Parkı’ndan çıkmış gibiydi.
 
        Twitter’ın yasaklanmasına gösterilen kollektif tepki de ‘Made in Gezi’ damgalı.
 
        ‘Kollektif’ kelimesi sizi yanıltmasın, ‘birey’lerin bir araya geldiği bir kollektif bu; ‘birey’lerin kalabalık içinde eridiği ve güruhlaştığı türden, eski tip kollektif değil!
 
        O gece herkes kendi evinin, yurdunun, okulunun, işyerinin vb. vb. bir köşesinde kendi başına tuşlara basarak DNS’leri değiştirdi… Ve böylece herkes, Nazlı Ilıcak’ın deyişiyle ‘sevinç çığlıklarıyla’ birbirleriyle yeniden buluştu. Bu DNS’leri değiştirirlerse; gene öyle olacak, bir yolu bulunacak. Yeniden ayrılıp buluşulacak!
 
        Dijital ortamda “enformasyon akacağı çatlağı bulur”. Bununla savaşmak ‘Don Kişot’luktur diyeceğim ama Cervantes’in o sevimli karakterini gücendirmek istemiyorum!
 
                                                                        ***
 
        Burada yeniden, benim Gezi’den beri yaptığım karşıtlaşmaya geliyoruz: ‘Analog Ankara’ ‘dijital Gezi’ye karşı.
 
        ‘Analog Ankara’: yasakçı, sınırlı, hiyerarşik. Dijital Gezi ise: özgürlükçü, sınır tanımaz ve hiyerarşi karşıtı.
 
         Eşitlikçi; ‘Bit’lerin önünde herkes eşit!       
 
         Gezi Ruhu’nun temel talebi, bireysel özgürlük alanına saygı gösterilmesi idi.   Sosyal medyaya baskılar ve sonunda Twitter’ın yasaklanması da doğrudan doğruya bu kategori içinde algılandı. İnsanlara ne yiyeceğini, içeceğini; kaç çocuk yapacağını, ne okuyacağını vb. vb. söyleyen muktedir, şimdi de onların siber alemde ne yapıp ne yapamayacağına karışıyordu. Epeydir karışıyordu da, şimdi tümden karışıyordu...
 
         Bunu kabul etmeleri düşünülemezdi. Nitekim etmediler de!
 
         Bu türden müdahalelere çok kızıyorlar. Ayrıca, yalnız olmadıklarını biliyorlar.  Onlar gibi milyonlar var dünyada. Rio’da, Londra’da, Roma’da, Tokyo’da…
 
         Zamane çocukları onlar.  Zamanın çocukları.
 
         Erdoğan ise zamanının dolduğunu görmemekte ısrar ediyor!


Önceki ve Sonraki Yazılar