'Tayyipland'

Birinci Dünya Savaşı sırasında Enver Paşa o kadar güçlenmiş ve Almanya’nın algılamasında devletinin bile önüne geçmişti ki, Almanya’dan İstanbul’a gönderilen “yardım” sandıklarının üzerine Almanlar “İstanbul, Osmanlı Devleti” değil, “İstanbul, Enverland” yazmaya başlamışlardı !

Sonuna doğru hızla sürüklenen, kurumlarıyla değil önde gelenleriyle ayakta durmaya çalışan, başkalarının olumlu ya da olumsuz değerlendirmelerinin rüzgarıyla sallanan bir köhnemiş yapının, dışarıda bir devlet olarak değil, bir kişiye ait “memalik” gibi algılanması doğaldı.

Ama tarihin ilk başarılı anti-emperyalist mücadelesi sonunda kurulmuş olan, hukukun üstünlüğünü içerde ve dışarıda benimsediğini dosta düşmana kanıtlamış, kural ve kurumlarıyla çevresine ve dünyaya örnek olmayı başarmış bir ulus devleti, Osmanlı’nın son günlerindeki gibi algılamalara hapsetmek, kimsenin haddi olmamalıdır. Ne yazık ki, Anayasasının en önemli hükümleri hiçe sayılan, Anayasa’nın üstünde yer alacak (!) yasalar çıkartılarak bütün erklerin tek elde toplanmasına çalışılan, kurumları ve kuralları yerle yeksan edilen bir “Tayyipland” yaratılmak istenmektedir.

Eğer Cumhuriyeti kuran devrime karşı yapılan bu karşı-devrim son “sivil darbe” ile başarıya ulaşırsa, yakında “dışarısı”, Türkiye’yi çağdaş bir ulus-devlet, yani Türkiye Cumhuriyeti olarak değil, “Tayyipland” olarak algılamaya başlayacaktır. Üstelik bu “Tayyipland”, “Enverland”ın sahip olduğu tek-tük dosta da sahip olamayacaktır. Çünkü artık Kayzer’in Almanyası da geçmişte kalmıştır. Dış politikasında ulus devletin çıkarlarını gözetmek yerine, ümmetçilikten mezhepçiliğe savrulan bir “Tayyipland”ın dostlarını Arap çöllerinde bile mumla aramak gerekecektir…

İçeride, Anayasa’nın hiçe sayılarak güçler ayrılığı ilkesinin rafa kaldırıldığı ve bir sivil darbeyle devletin ele geçirildiği yer, artık Türkiye Cumhuriyeti olmaktan çıkacaktır. Yolsuzlukları örtbas etmek için, hırsızlık zanlısı evlatları kollamak için, Anayasayı hiçe sayan, soruşturmaları tıkamak için adli kolluğu çalışmaz hale getirip, yargıyı felç eden, toplumda zaten yara almış olan “adalete güven”i tamamen ortadan kaldırmaya girişen bir yönetim, Cumhuriyet yönetimi olmaktan çıkmış olur.

Türkiye Cumhuriyeti, tarihi boyunca uluslararası ilişkilerini hukuka saygı ilkesi doğrultusunda düzenleyegelmiştir. Uluslararası Hukuka kimselerin saygı göstermediği, “ben yaptım oldu” diyerek anlaşmaları ve hukuku hiçe saydığı dönemlerde bile Türkiye Cumhuriyeti, en içinden çıkılmaz sorunlarını bile hukuk yoluyla çözme ilkesinden ayrılmamıştır.

Oysa şimdi dışarıya yansıttığımız görüntümüze ve yarattığımız algıya bakalım :

Bu iktidarın en yakın dostları kimler ? Irak’ta yargılanan ve şimdi neredeyse bütün Irak’ı saracakmış gibi görünen “mezhep savaşı”nın başlatıcılarından Haşimi, iktidarın dostu ve misafiri olarak Türkiye’de… Uluslararası yargı tarafından mahkum edilmiş, firari Başkan El Beşir, bizimkilerin en yakını… Mısır’da bir darbe sonucu iktidara gelip, başka bir darbeyle düşürülen ve şimdi bir iç savaş çıkartmaya çalışmakla suçlanan Mursi –her halde aynı “kulüp” üyeliği dolayısıyla- bizimkilerin yakını… Suriye’deki iç savaşta bütün cihatçıları – Kelimeyi Şahadet eşliğinde kafa kesenler dahil- destekleyen, silah ve para verip, yataklık yapanlar, bizimkiler…

Böylece Türkiye, içinde yolsuzluk ve hukuksuzluğun kol gezdiği, dışarıda da hak ve hukuku hiçe sayan bir “haydut devlet” gibi algılanmaya başlayacaktır. İşte o zaman, artık Türkiye Cumhuriyeti değil, Tayyipland olacağız !

Önceki ve Sonraki Yazılar