Konuş dersem konuş… Sus dersem sus…


Defalarca yazdım, anlattım. O yüzden çok uzatmayacağım. Ancak Uludere - Roboski katliamının yıldönümünde, hiç değilse kısaca hatırlatmak gerekiyor.
Uludere katliamı sırasında CNN Türk'te program yapıyordum. Ve sosyal medya dışında haberi ilk ben vermiştim.. Vermiştim de reji basılmış, kıyamet kopmuştu. Üstelik olayın üzerinden neredeyse 12 saat geçtiği halde.
Yalnızca o gün mü! Uludere, hep EN TEHLİKELİ KONU oldu. Çünkü iktidar neden kendi insanlarının, çocuklarının üzerine bomba yağdırdığını anlatamadı. Belki, iddia edildiği gibi, oklar MİT'i göstereceği için..  Fatura RTE'nin kıymetlisi Hakan Fidan'a kesileceği için.. Katliamı anlatamadı, anlatamayınca da aydınlatamadı.
Susmayı ve elbette SUSTURMAYI tercih etti.
Bugün de "farklı bir rolde" aynı şeyi yapıyor iktidar. Bu kez, Öcalan ile müzakere sürecinde SUSUYOR VE SUSTURUYOR.
Uludere - Roboski katliamında susmayı reddeden.. Haklı olarak yüksek sesle haykıran.. Unutturmamak için yıllardır mücadele eden Kürt siyasi hareketi, sıra bugüne ve müzakereye gelince iktidarın yanında yer alıyor. Gizlilik politikasında RTE ve kadrosu ile işbirliği yapıyor.
İmralı Heyeti'nin ifadesiyle "derin ve anlamlı müzakereler", iktidarın talebi üzerine derin bir karanlığa mahkum ediliyor.
Arada Kandil'de birileri bir şeyler söylemese, hiçbir şeyden haberimiz olmuyor.

*.   *.    *
Bu taban tabana zıt iki tablodaki değişmeyen tek şey şu: Medya, dün susmuştu. Bugün de susuyor.
Çocukluğumdan hatırladığım bir oyun vardı: Elele tutuşur, şarkının komutuna göre oturur, kalkar, koşardık.
"Otur dersem oturur.. Kalk dersem kalkar.."
Hep o çocuk şarkısı geliyor aklıma. Sus derim susarlar.. Konuş derim konuşurlar..

*.   *.   *

İki ilginç örnek hatırlıyorum. Habur fiyaskosu sonrasında iktidar, çözümü askıya almıştı. Medya da KÜRT'ÜN K'SI YASAK dönemine girmişti. O kadar ki, Habur'dan bir süre sonra BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş Washington'a gittiğinde, haberi ondan alamamışlardı da, yayında Amerikalılar'a bağlanmışlardı!
Bir örneğini de sonraki dönemde ben yaşamıştım. Avni Özgürel program konuğumdu. Birkaç gün önce Kuzey Irak'tan döndüğünü biliyordum. Ancak asıl durağı bana da sürpriz olmuştu. Kandil'e de gitmişti.
Avni Özgürel'in medya serüvenini bildiğim için, muhabir olarak gitmediğini anlamıştım. Nitekim öyle sordum:
"Dönüşte Ankara'ya uğradığını biliyorum.. Kimlerle görüştün diye sorsam yanıt vermeyeceğini de.. Ama 'devlet ricaliyle görüşüp Kandil izlenimlerini anlattın mı' diye sorsam ne dersin?"
Avni hiç duraklamadan "evet görüştüm ve anlattım" diye yanıt verdi.
O sırada farkında değildim ama dışarıda yine kıyamet kopmuştu. Öyle ki, programdan sonra Avni'yi yolcu eder etmez genel yayın yönetmeninin odasına çağrıldım. Programım "fazla erken" tatile sokuldu. Tatil dönüşü de yanımda Akif Beki'yi buldum.
Zira en hassas konuya destursuz dalmıştım! Daha doğrusu onlar böyle düşünüyordu. Anlaşılan Ankara'dan henüz KÜRT SORUNU KONUŞULACAK.. KONUŞ! komutu gelmemişti.
Komut gelmeyince.. Telefonda birileri kulaklarına, "yasak bitti, temas yeniden sağlanıyor" diye fısıldamayınca.. Avni Özgürel'in devlet ricaliyle yakınlığı akla bile getirilmeyince.. Uyanamamışlardı!
Uyandıklarında birdenbire Kürt meselesini konuşmayan kalmamıştı. Ekranlar bir anda Kürt siyasetçilerden geçilmez olmuştu. Üstelik bu kez  konuya "ama.." diye yaklaşmak, soru sormak yasak ve tehlikeli hale gelmişti!

*.  *.  *
RTE iktidarı, en azından son 10 yıl boyunca medyayı böyle KULLANDI. Konuş dersem konuş.. Sus dersem sus..
Uludere'yi haber yaptığım, Kürt meselesini konuşulmaması gereken zamanda konuştuğum için kızanlar; daha sonra soru sorup gerçekleri yazdığım için beni "barış karşıtı" ilan ediverdi.
Aynı şeyi, örneğin Hanefi Avcı'nın kitabından söz etmememi istediklerinde de yaşadım. Balyoz, Ergenekon davalarında da..
Galiba kalın kafalı olduğum için çok geç ve güç anladım:
Önemli olan neyi konuştuğun değil, ne zaman - nasıl konuştuğun!

Bir medya patronu ve güvercin tedirginliği

Ömer Göktuğ desem, kim olduğunu çıkarabilir misiniz? Sanmıyorum. Doğrusu, ben dahil medyada pek çok kişi de -en azından ilk anda- çıkaramaz. Oysa Ömer Göktuğ, Medya Mahallesi'nin en ilginç ve en özgün isimlerinden biri. Tam 24 yıldır ulusal ölçekte yayın yapan Flash TV'nin sahibi.
Alev Gürsoy Cimin, Medya Radar sitesinde bir röportaj yapmış. Önce mesleki bir dürtüyle, şöyle bir gözden geçireyim diye okudum. Okuyunca, anlattıklarından daha önce haberdar olmadığım için utandım. Ve röportajın en azından bir bölümünü sizlerle paylaşmak istedim.

*.   *.  *

* Malum diğer medya patronlarının iktidarla başı zaman zaman ağrıyor. Sayın Erdoğan, her daim konuşmalarında onları ve yayınlarını hedef alıyor, siz bu konuda sanki biraz şanslısınız pek hedefte değilsiniz, bunun sebebi size göre ne?

Sayın Erdoğan’ı 68 yılından bu yana tanırım. İmam Hatip Lisesi 2.inci veya 3.üncü sınıfındaydı. Beyoğlu ilçe gençlik kolu başkanlığı, ilçe ve il başkanlığı, Belediye Başkanlığı, Parti başkanlığı Başbakanlığı dönemlerini ayrıntısıyla bilirim. Sn. Erdoğan’ın tanıdığı ilk TV patronu benim. Girdiği ilk TV Stüdyosu bizim stüdyolarımızdır. İkimiz de birbirimizi biliriz. Başbakan olup girdiği ilk Bakanlar kurulunda arkadaşlarına “Benden uzak durmalarını, yokluğa mahkûm etmelerini” söylemiş. Bunu bana o kurulda bulunan iki bakan anlattı. Bana neden bu kadar kırgın – kızgın olduğunu bilmiyorum. AKP kurulurken Sn. Gül, Sn. Gökçek ve Sn. Erdoğan yarışıyordu. Ben esasen bu kuşaktanım ama Erbakan Hoca’yı yarı yolda bırakmalarını hoş karşılamıyordum. Bu üçlü arasında en az yakın olduğum kişi Sn. Erdoğan’dı… O süreçte benim dışımda ve bence gerçek dışı bazı dedikodular nedeniyle kırılmış olabilir. Yine de Flash gerçekten tarafsız yayıncılık yapıyor… Yıkıcı muhalefet yapmıyor… Bu durumu da dikkate alıyor olabilirler.

* İktidarın ve özellikle Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın medyaya yönelik tutumunu nasıl buluyorsunuz? Var mı bir baskı ortamı?

Sayın Erdoğan’ın yakın ve eski çevresi bile baskı var derken… Benim aksini söylememi beklemiyorsunuzdur. Siyasette istihbarat ve propaganda çok önemlidir. Tayyip Bey ilk gençlik seminerlerinden beri bunu çok iyi bilir.

* Anladığım kadarıyla siz ne iktidara yakınsınız ne de cemaate. Ne güzel şucu bucu olmamak değil mi bir medya patronu için?

(Gülüyor) Bitaraf olan da bertaraf oluyor sonra. Biz çok itilmiş kakılmış, kenarda tutulmuş bir kurumuz. Bertaraf olmak da böyle bir şey işte.

* Bu şartlar altında ne kadar özgürsünüz, ya da kendinizi ne kadar özgür hissediyorsunuz?

Bağımsız, tarafsız, korkak durumdayız… Toprağı bol olsun Hrant Dink bu duruma “Güvercin Tedirginliği” diyordu.

*.   *.   *

"Biz itilmiş kakılmış bir kurumuz" diyor ya Ömer Göktuğ.. Galiba bu konuda biz, medya mensuplarının da payı var. Bugüne kadar hep üvey evlat muamelesi yaptık. Görmedik. Ancak gülmek için konu ettik. Oysa, çok sahici, BURALI bir televizyon. Mini minnacık etekli program hostesi genç kadınlarla başörtülü teyzelerin birlikte göbek attığı.. Bir dönem fenomene dönüşen Yalçın (Çakır) Abi'nin, izlerseniz bayağı iyi bir bülten yaptığını göreceğiniz.. Tuhaf, ama bu tuhaflıkta (çok düşük maliyetle) özgün işler yapma çabasını fark edeceğiniz bir kanal.
Şimdi, o kanal için RTE'nin "YOKLUĞA MAHKUM EDİN" dediğini öğreniyoruz. Patronunun, basın özgürlüğü meselesi sorulduğunda "bağımsız, tarafsız, korkak durumdayız" dediğine tanık oluyoruz.
Dolar milyarderi Ferit Şahenk'in Gezi olaylarında RTE'den zılgıtı yiyince nasıl (yeniden ve bu kez tamamen) hizaya geldiğini.. Hatta medyadaki sağ kolu Cem Aydın'ı hiç tereddütsüz feda ettiğini hatırlıyorum..
Aydın Doğan ve Turgay Ciner'in bu ölçüde olmasa da kimleri nasıl gözden çıkardığını düşünüyorum..
Havuzcuları zaten es geçiyorum..
Ömer Göktuğ'u, üstelik korktuğunu da itiraf ederek, dik durduğu için alkışlıyorum.

Komik irade!
RTE “Sen kendi işine bak” demeyi pak sever, ama bu kez, doğum kontrolüne sataşınca, bu ifadenin hedefi oldu.
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği kibarca, " sen kendi işine bak" dedi:
“İnsanların doğum kontrollerine siyasetçilerin değil kendilerinin karar vermesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle ihanet sözcüğünü kabul etmiyoruz; insanlar en iyi bildiği işi yapmalıdır."
Sosyal medyanın en komik paylaşımları da bu açıklama üzerine geldi. İşte biri:
"Jinekologların 'kendi işine bak' dediği ilk devlet başkanı Recep Tayyip Erdoğan oldu. Komik irade!" Koray ÇALIŞKAN

Önceki ve Sonraki Yazılar