Ortaçağ: Sadece İslam'da mı?

Dinlerin dışında bir şey, o coğrafyadaki insanları, ya medeni kılıyor, ya da medeniyetsiz kılıyor olmalı. O şey, insanın İnsan gibi davranmasının, mümkün olup olmadığı meselesidir


Charlie Hebdo trajedisi, bizdeki İslamcı aydınlardan bazılarının da gözünü açmış olmalı.
Taha Akyol, bir yazısının başlığını “Provokasyon değil Müslüman Ortaçağı” olarak adlandırmış.
Yazısında, “Birilerinin Müslümanları kullanarak, İslam’a karşı düşmanlık yaratmak için, ‘algı operasyonları’ yapmaları” türü komplo teorileri ile alay ediyor ve İslamcıların yaptığı vahşeti, “bu çağda Ortaçağ” olarak niteliyor.
İslamcı AKP hükümetini ve yargının Cemaatçe ele geçirilmesini, büyük ölçüde desteklemiş olduğu için zaman zaman eleştirdiğimiz bu yazarı, hiç değilse, Paris’teki terörü, şartsız kınadığı için tebrik etmek gerekir.
Gelelim Ortaçağ benzetmesine…
Eski Yunan ve onun entellektüel mirası üzerine bina olan Roma medeniyetlerinin ortadan kalkmasından sonra, Avrupa’nın hemen her tarafına hakim olan ortama, Ortaçağ adını vermiş, tarihçiler.
Ne olmuştu, Greko-Romen medeniyetin ortadan kalkıp, Ortaçağ’ın gelmesiyle?
Birkaç somut örnek verelim…
Ortaçağ gelmeden önce, kalıntılarını bugün bile hayranlıkla seyrettiğimiz, heykel, mimari, tiyatro gibi sanat alanlarında harikalar yaratılıyordu, özgürlük içinde yaşayan büyük toplum kesimleri vardı.
Ortaçağ’da ise, çirkin yapılar, eciş-bücüş heykeller yapılıyordu, tiyatro sadece, her an despotlardan kaçmaya hazır göçebe sanatçılarca, korku içinde icra edilebiliyordu, özgürlük kelimesi bile yasaktı.
Ortaçağ’dan önce, bilim ve felsefede bugünkü bilim ve felsefenin temeli sayılacak ilerlemeler gerçekleşmişti.
Ortaçağ’da ise, deney yapanı, fazla soru soranı büyücü diye yakan bir siyasi-kültürel ortam vardı.
Örnekleri, çoğaltabiliriz.
Ne olmuştu da, o güzelim medeniyet yok olup, karanlık bir çağ başlamıştı?
Avrupa’ya bu felaketi getiren görünürdeki sebep, Hristiyanlığın ortaya çıkışı ve dini bağnazlığın hakim olmasıydı.
Bazılarınca, Hristiyanlık, bir felaket getirici olarak görülmüştü.
Avrupa böyle bir Ortaçağ yaşarken, Ortadoğu’daki İslam Medeniyeti, Greko-Romen Medeniyeti parlaklığında bir hayatiyet gösteriyordu. Resim, heykel gibi somut sanatlar hariç, insani her alanda büyük gelişmeler gösterilmişti.
Avrupalı yetenekli öğrenciler Bağdat Üniversitesi’ne tahsile geliyorlardı.
Ne olmuştu da, bir zamanların barbarca yaşayan Arap halkı, böyle bir medeniyet kurabilmişti?
Ortadoğu’ya bu güzelliği getiren görünürdeki sebep İslamın ortaya çıkışı idi.
Bazılarınca, İslam dini, bir medeniyet getirici olarak görülmüştü.
Yani, Hristiyanlık felaket, İslam medeniyet getiriyordu, görünüşe göre.
Fakat, sonra ne oldu?
Rönesans’la birlikte, o Hıristiyan ülkeler, yeniden medeniyete dönüş yaptılar; eski Greko-Romen medeniyetlerden daha parlak bir medeniyet yarattılar.
Hani, Hristiyanlık medeniyet yok ediciydi? Fakat, bir zamanlar , sahiden de medeniyet yok etmiş gibi görünmüştü. Oysa, 12. Yüzyıl'dan itibaren o İslam ülkeleri, yeniden karanlığa dönüş yaptılar.
O gün bugündür, İslam ülkelerinde kullanılan her medeniyet ürünü, bilim, sanat, teknoloji, vs., Hristiyan ülkelerce keşfedildi ve üretildi.
Bağdat’lı yetenekli öğrenciler, Avrupa, Amerikan üniversitelerine tahsile gittiler.
Hani, Müslümanlık medeniyet getiriciydi? Fakat, bir zamanlar, sahiden de medeniyet getirmiş gibi görünmüştü.
Belli ki, dinler, ne medeniyet getiriyor, ne de götürüyordu.
Dinlerin dışında bir şey, o coğrafyadaki insanları, ya medeni kılıyor, ya da medeniyetsiz kılıyor olmalı.
O şey, insanın İnsan gibi davranmasının, mümkün olup olmadığı meselesidir.
İnsanın insan gibi davranması demek, asli tabiatına uygun davranması demektir.
İnsanın asli tabiatı, onun akıl sahibi bir yaratık olmasıdır.
Akıl, ürünlerini, yani düşüncelerini, ancak bir özgürlük ortamında verebileceğinden, iyi-kötü özgürlüğün olduğu bir ortama, medeniyet gelir; özgürlüğün kalktığı bir ortamdan, medeniyet gider.
O yüzdendir ki, Hristiyan olsun, Müslüman olsun, kültürüne özgürlük ve akıl hakim olan ülkeler medeni olur, olmayan vahşi.
12. yüzyıldan beri, özgürlüksüzlüğün, gayrı-akliliğin hakim olduğu İslam ülkelerinden birinde, Türkiye’de, Atatürk tarafından bir özgürlük ve akıl tohumu atılarak bir Rönesans başlatılmıştı. “Hem halkı Müslüman, hem de medeni bir ülke!” denmesine ramak kalmış bir fenomen ortaya çıkmıştı. Sahte liberali, İslamcı aydını, Siyasi İslamcısı, bu rönesansı hoyratça kesintiye uğrattı.
Bundan sonra, Türkiye, ya bu Rönesans’ı yeniden keşfedip yeniden çalıştıracak, ya da  Akyol’un bu günlerde sık sık eleştirdiği, Boko Haram, İŞİD, El Kaide türü vahşet çetelerinin yerli benzerlerinin cirit attığı bir cehenneme dönecektir.
Papa da takiyye yaparmış!
Seçildiğinden beri, dinsizler, eşcinseller gibi Kilise’nin lanetlediği kesimlere karşı hoşgörülü bir dil takınarak sempati toplayan mevcut Papa Francis’in, Charlie Hebdo dolayısıyla maskesi düştü. Kayıtsız şartsız, katliamı lanetleyecek yerde, yardımcısının ismini kullanarak “Eğer can dostum Dr. Gasparri, anama küfrederse, benden de bir yumruk bekler!” demiş.
Anlaşılan, takiyyeyi, sadece Siyasi İslamcılar yapmazmış; Papa’nın ‘hoşgörüsü’, Katolik kilisesinin cemaat kaybetmesiyle azalan gelirlerine çare arayan bir CEO tavrıymış, bir takiyyeymiş.
İslamofobya, İnsanofobya!
Ortadoğu’da, Afrika’da, Avrupa’da, Asya’da kendine müslüman diyenlerce yapılan vahşeti kayıtsız şartsız kınayamayanların dilinden düşmeyen bir terim var: İslamofobya. Sanki bu terör eylemlerini sessizce seyretmek gerekirmiş gibi, Batı’da sesini yüksekçe çıkaran herkese bu yafta yapıştırılıyor.
Şüphesiz ki, her ülkede olduğu gibi, Batı ülkelerinde de, kendilerine benzemeyen herkesten nefret eden insanlar vardır. Bunlar müslümanlardan da nefret ediyordur. Bunlarda “İslamofobya” vardır deriz.
Ama, bu hasta ruhlu kişiler, Yahudilerden de, Hindulardan da, Budistlerden, vs. de nefret ediyordur. Nitekim, son yıllarda, çok sayıda Fransız Yahudisi'nin İsrail’e göç ettiği yazıldı.
Fakat, Türkiye’deki çoğu Siyasi İslamcı’nın Musevi düşmanlığına ne diyeceksiniz? Musafobya mı? Bir zamanlar Ermenisiyle, Rumuyla milyonlarca olan Hristiyanları kaçırtışımıza ne diyeceksiniz? Hristofobya mı?
Kendi insan olmayanın, yani aklını kullanmasını bilmeyenin, kendinden olmayan bütün insanlara düşman olması, yani “İnsanofobya” hastalığına sahip olması beklenmeli.
Özgürlük ve ilerilik
İftira ve hakaret, uygar ülkelerde de yasaktır. Fakat, genel olarak, bir ifadenin böyle bir suç olması için, ifadenin hakikate aykırı olması şartı aranır.
İftira ve hakaret suçlaması, yaşayan veya ölmüşse mirasçısı durumundaki şahıslarca yapılabilir. Bir çok Avrupa ülkesinde, dine küfür ve hakaret de yasaklanmıştır. Mesela, Sınır Tanımaz Muhabirler’ce Basın Özgürlüğü’nün en ileri olduğu ülke olarak tanımlanmış Danimarka’da bile durum böyledir.
Her uygar ülkede bu böyle midir? Hayır!
Mesela, Amerika’da, Yahudi bir komedyen TV’ye çıkıp Hz. İsa ile dalga geçebilir; Buda heykellerinin hep oturan tombul bir adam olmasından mülhem “Nefsi kontrol etmeyi öğütleyen adamın kendisinin, biraz az yemesi gerekmez mi!” diye espri yapabilir; bir filmci “İsa’nın Son Kez Baştan Çıkması” isimli bir film yapabilir. 
Buna benzer şeyler yapan biri, hiçbir yasayı ihlal etmiş olmaz. Sadece birkaç dini lider, kınamada bulunur, sinema önünde pankartlarla barışcı protesto gösterileri yapılır.
ABD’nin Kurucu Ataları’ndan 3. Başkan Thomas Jefferson, Hz. İsa’dan bahisle, şu sözleri edebilir:
“O’nun biyografisini yazanların O’na atfettikleri söz ve nasihatlar içinde, güzel bir tahayyül gücünü, doğru bir ahlak anlayışını ve fevkalade bir hayırhahlığı ifade eden pasajlar buluyorum; ancak, aynı zamanda, o kadar çok cehalet, o kadar çok saçmalık, o kadar çok gayrı-hakikat, şarlatanlık ve sahtekarlık buluyorum ki, bu kadar çok çelişkinin, aynı varlık tarafından ortaya konmuş olması imkansızdır. Dolayısıyla, ben, altını, curuftan ayırıyorum ve O’nu altın olarak kabul edip, curufu da bazı aptallara, havarilerinin ahlaksızlığına bırakıyorum. Bu münafıklar ve sahtekarlar arasında, Paul elebaşı idi ve İsa’nın doktrinlerinin ilk yozlaştırıcısıydı.” (Jefferson’un bahsettiği adam, Katoliklerin ünlü Aziz Paul’ü.) Özgürlüğün böylesine sınırsız olduğu ülke, aya gider; siz, bir yandan onların yaptığı Boeing uçağında seyahat ederken, yanınızdakiyle “Ay’a gidilmedi, bizi kandırıyorlar!” diye çene çalarsınız.



Nijerya’da öldürülen binlerce insan ve Charlie

Basında ve sosyal medyada dolaşan bir şikayet var. Charlie Hebdo katliamıyla aynı hafta, Nijerya’da, binlerce Müslüman, Boko Haram ‘Müslümanları’nca katledildi. Neden 3-5 kişilik Paris katliamıyla yatıp kalkıyoruz da Nijerya’lılara bu kadar az haber yeri veriliyor? Onlar insan değil mi?
Elbette, Nijeryalı katliamı da büyük bir trajedidir ve insanlık oradaki belayı ortadan kaldırmak için bütün imkanlarını seferber etmelidir.
Ancak, Charlie Hebdo meselesi, hayatidir; çünkü, basın, insanlığın gözü ve kulağıdır; özgürlüğün teminatıdır.
Basının susturulduğu, kısıtlandığı yerde, özgürlük, yani insanlık ortadan kalkar.
Nijerya’dan haberdar olmamız da basın sayesinde mümkündür. Paris katilleri gibiler, Nijerya’dan haber geçecek olan gazetecileri de susturmuş olsalardı, Nijerya’daki katliamdan haberimiz mi olurdu?
Paris’teki büyük Özgürlük Yürüyüşü, azdır bile. Bütün özgür ülkelerin insanları, milyonlarla yollara düşmeliydi, Charlie Hebdo’ya yapılan saldırı karşısında. Hepimiz, önce, “Ben, Charlieyim!” demeliyiz ki, başka bir gün, “Ben, kendi hayatıyla meşgul Nijeryalı  Müslümanım!” diyebilme şansımız olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar