Pusuda altı memur

Dink cinayetinin ayrıntıları ürpertici.

Devlet, Trabzon'dan İstanbul'a giden tetikçi için neredeyse seferber olmuş.

Ogün Samast Trabzon Otogarı'ndan İstanbul'a gelirken çok sayıda “istihbarat görevlisi” tarafından uğurlanmış.

Sonra cinayet anı, bir gazeteciye kurulan o pusu.

Biri jandarma astsubay, altı sivil kamu görevlisi pusuda, katile eşlik ederken kameralara takılıyorlar.

Katili yakalamak, cinayeti önemek gibi bir dertleri olmadığı açık.

İşleri en iyi ihtimalle izlemek, daha kötüsü kolaylaştırmak.

Cinayet günü Trabzon'la İstanbul arasında uğursuz bir telefon trafiği var.

Trabzon'daki jandarma istihbarat subayı polis muhbiri Erhan Tuncel'le ilişkili bir polisi beş kez arıyor. Uzun uzun konuşuyorlar. Aynı subay sonra İstanbul'da yine jandarmada görevli başkalarını arıyor... İlişki kesildi denilen polis muhbiri Erhan Tuncel ile cinayet gününe kadar 34 ayrı görüşme yapılmış.

Kayıtlar siliniyor, kamera görüntüleri yok ediliyor, bilgisayarlar ortadan kayboluyor.

HTS yani “geçmiş arama dökümünü” engellemek için baz istasyonlarının yeri değiştiriliyor.

2005 yılında başlayan ve on yıldır neredeyse kesintisiz süren bir organizasyon...

Davalar, hukuk cinayeti sayılabilecek kararlar, istihbaratçıların, jandarmanın, polis müdürlerinin içinde olduğu devasa bir yumağa dönüşen ilişkiler.

Peki ama Hrant Dink, bu kadar büyük bir organizasyonu, böyle bir öfkeyi karşısına almak için ne yaptı?

Sabiha Gökçen'in aslında 1915'te yetim kalmış bir Ermeni kız çocuğu, Hatun Sebilciyan olduğunu yazmak mı? Evet, herkes asıl sebebin bu olduğunu biliyor.

Bilinmeyen, bunun bazı “mahfillerde” ölümle cezalandırılması gereken ağır bir suç olması...

Önce yargı ve medya üzerinden yürütülen bir “itibarsızlaşma” kampanyası, ardından ilk bakışta “üç beş çapulcunun işi” denilebilecek bir organizasyonlar işlenen cinayet.

Cinayetin soruşturulması için çıkarılan binbir engel.

Peki ama neden?

Neden Sabiha Gökçen'in Ermeni yetim olduğunu duyuran haber için tek bir dava bile açılmıyor?

Neden Hrant Dink'i yıpratmak için hukuk kurgusu bir başka yazı dizisinin son bölümünde bir cümle, üstelik hukuki malzeme açısından çok da çürük bir cümle üzerine kuruluyor ?

Haberin doğru olduğunu bildikleri için mi dava açmıyorlar?

Bu konunun, belgelerin, Ermeni yetimler meselesinin dallanıp budaklanacağını mı düşünüyorlar?

Diyelim ki böyle...

Peki bu karanlık güce karşı, bir gazetecinin doğru olduğunu bildiği bir gerçeği yazmasının karşılığı hangi koşullarda ölüm olabilir?

Devlet gücünün seferber edildiği, organize bir suçtan söz ediyoruz.

Örneğin Milli İstihbarat Teşkilatı görevlilerinin işi gazetecileri çağırıp, belgelere dayanarak yaptıkları haberler için belgelere bile bakmadan “gözdağı” vermek mi?

Yoksa Gökçen haberi aslında bir “milli mesele” mi?

Gerçekten Ermeni yetimlerin asıl kimlikleriyle ilgili böyle bir “milli mesele” var mı?

Bir değil, iki değil tam altı kamu görevlisi birden, Trabzon'dan kaldırıp getirdikleri 17 yaşında bir çocuğun işleyeceğini bildikleri o cinayete neden gözcülük ediyorlar?

Yakalanmayacaklarından, yargılanmayacaklarından, peşlerine düşülmeyeceğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorlar? Sıradan karakol polislerinden söz etmiyoruz. İstihbaratçılardan, devletin küflü, karanlık koridorlarını hemen herkesten daha iyi bilen adamların pervasızlığı nasıl açıklanabilir?

Neye güveniyorlar?

İşi sağlama almak mı istiyorlar, planın pürüssüz işlemesi için mi ordalar?

Devlet neden tam kadro orada?

Soruyu, polisiye ayrıntılara boğulmadan açık ve net biçimde tekrar tekrar sormak gerekiyor.

Hrant Dink neye dokundu?

Hangi gücün öfkesini üzerine çekti?

Ve neden?



Önceki ve Sonraki Yazılar