Rakamlar çığlık atıyor II

Dün ajans haberlerinin arasında Adapazarı'nda bir köprüye çıkarak kendini aşağıya bırakmak isteyen 27 yaşındaki bir genç kız vardı. Polislerin yaklaşık bir saatlik çabadan sonra vazgeçirdiği genç kız ifadesi alınmak üzere “polis merkezine” götürüldü.

Haberde bu defa “bunalıma girdi” klişesi yoktu ama intihar girişiminin “kişisel sorunlar” olduğu vurgulanmıştı.

Bu sadece gazete haberlerinde değil, sağlık kurumlarında, poliste, okullarda, ailede de “kişisel” nedenlere bağlanan bir mesele.

Oysa intihar pekala bir “toplumsal mesele”. Toplumdaki umutla birlikte dalgalar halinde yükselip alçalıyor. 2012 yılında bir yılda yüzde 23 artarak zirveye çıkan intiharlar, belki de aynı toplumsal sıkışmanın yarattığı “Gezi” patlamasıyla birlikte ciddi biçimde düşüş gösterdi.

İstatistikleri biraz eşelediğinizde, intihar vakalarının “toplumsal boyutu” beliriyor. 100 bin “yaşayan” nüfusa göre Türkiye'de en yüksek intihar oranına sahip iller Tunceli, Bingöl, Edirne, Sinop, Kırşehir ve Mersin diye sıralanıyor. Oysa tüm ölümler içinde intiharların oranına baktığınızda sıralama değişiyor ve istatistiklerin ardındaki toplumsal meseleyi bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor; Bingöl, Tunceli, Hakkari, Siirt, Muş, Şırnak, Adıyaman... Bingöl'de her bin ölüm vakasında 22'si intihar, Tunceli'de bu rakam 18, Siirt'te 16, Şırnak'ta 15...

Yıllarca Sıkıyönetim altında yaşayan, 90'lı yıllardan itibaren boşaltılan, yakılan köylerle ciddi bir nüfus hareketi yaşayan, Kürt meselesinin çarpıcı biçimde yaşandığı bu illerde ölümler içinde intihar oranları Türkiye ortalaması olan binde 7,8'in iki katı.

Türkiye'de kaba 1974'de her yüzbin nüfusta 1,58 olan intihar hızı, aradan geçen 40 yılda dörte katlandı. Türkiye'de yılda 90 bin kişi intihar girişiminde bulunuyor. Ve istatistikler bu 90 bin kişiden 9 bininin on yıl içinde intihar edeceğini söylüyor. “Tamamlanan” yani ölümle sonuçlanan intihar vakalarının yüzde 19 ile 41 arasında bölümünde “girişimler” var.

Sosyolog Şores Haki Çelik bu konuda çalışan az sayıda isimden biri. İntihar girişiminde bulunanların yüzde 20'sinin bunu tekrarladığını hatırlatıyor. Aileler, arkadaşlar ve daha olumlu çevresel koşulların sağlanması durumunda intihar riskinin ortadan kalkabileceğini söylüyor. Bunun için öncelikle acil servislerde tıbbi müdahaleyi izleyen psikososyal müdahalenin etkili biçimde uygulanması gerekiyor.

İkinci önlem intihar riski taşıyan gruplara yönelik önlemler ve müdahale. Kamu kurumları çalışanlarının eğitilmesi, bilgilendirilmesi. Ancak en önemlisi intihar davranışının toplumdaki dağılımının, bölgesel sorunların ortaya konmasını sağlayacak araştırmalar yapılması.

Türkiye'de Sağlık Bakanlığı'nın “intihar girişimleriyle” ilgilenmesi gereken birimleri var. Örneğin Halk Sağlığı Müdürlükleri bünyesindeki Ruh Sağlığı Birimi intihar girişimlerinde bulunan vatandaşların “takibini” yapmakla yükümlü.

Sağlık Bakanlığı'nın 2023 yılına kadar uzanan Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planında intiharı önlemek için birinci basamak sağlık hizmetlerinin önemine vurgu yapılıyor ve Psikososyal Destek ve Krize Müdahale Programı'nın Aile Hekimliği sistemine entegrasyonu öngörülüyor.

Ayrıca bakanlığın 2013-2017 Stratejik Planı içinde intihar girişimlerinin önlenmesi için farkındalık oluşturacak eğitim ve destek programları düzenleme hedefi de var...

Fakat hepsi kağıt üzerinde...

Ödenek yok, kadro yok, en önemlisi istek yok.

Çünkü intihar, sadece bireysel bir sorun olarak değil, inanç sorunu olarak görülüyor.

Bu yüzden de Adapazarı'nda köprüye çıkan “başörtülü” genç kız, bir psikolog yerine polis merkezine, ifade vermeye gidiyor...



Önceki ve Sonraki Yazılar