Rakamlar çığlık atıyor

“Belleğinin derinliklerine gömdüğü bu acı hikâyeyi anneme anlattırdıktan sonra, kadın kâbuslar görmeye, geceleri ağlamaya başladı. Kardeşim okumuş kitabı ona, köpeğin annesini ısırdığı bölümü bir daha okumasını istemiş.  Ovacık’a giderken, Fecire Hatun’un kucağında bir yaşında bir bebek daha varmış, onu o dağda bırakmışlar. Ölü mü sağ mı bıraktılar hatırlamıyor. Annesinin kucaktaki bir bebeği dağ başında bırakıp gitmesini sormaya dahi cesaret edememiş, çünkü o zorluğu, neden bırakıldığını biliyordu... Şimdi 'sormadım, gözüm kör olsun sormadım' diyor.”

Bu sözler Dersim'de 1938'den sonra yaşananları bir kız çocuğunun gözüyle anlatan Gece Kelebeği Perperik a Söe'nin yazarı Haydar Karataş'a ait.

“Annemin hikâyesiyle başladım, istedim ki ölmeden hikâyesinin yazıldığını bilsin. geride kalanların yaşam kavgasını anlatıyorum, çünkü bence esas dram oradadır...” diyor.

Esas dram gerçekten orada...

Çünkü Dersim, çok mutsuz. Bu mutsuzlukta ona hala Tunceli denilmesinin, bu isim değişikliğinin büyük payı var. Haritadan, tarihten silinmek istenin bir şehir ve halk bunu unutmadığı, geçmişi belleklerden asla atamadığı için mutsuz.

Ve Dersim Türkiye’de intihar oranının en yüksek olduğu il.

Ülke ortalamasının dört katı, yüz binde 12’den fazla.

Yakın zamana kadar Tunceli’de çalışan psikiyatrist Dr. Azad Gönderici  “Üç ay önce Dersim travmasının kuşaklar arası aktarımıyla ilgili bir çalışma yaptık. Bu belirgin olarak var. O sıcak yerler duruyor, mağaralar duruyor, kemikler çıkıyor, Munzur şehrin ortasından geçiyor. Ayrıca eleştiren, sorgulayan, dünyadan haberdar,  duyarlı bir toplum ve olan biteni kendine dert ediniyor” diyor.

Sadece geçmiş değil, bugünün çatışmaları da etkili. Dr. Gönderici “Bir helikopter kalktığında, bir operasyon başladığında insanlar akın akın polikliniğe geliyor,  sadece yakınları olan insanlar değil, asker polis eşleri de geliyor. Çatışma gerginlik üretiyor ve bu gerginlik kalıcı olduğunda depresyon yaratıyor” diyor.

Sadece Dersim değil, Türkiye mutsuz…

 Günde on kişi intihar ediyor…

Sadece geçen hafta İstanbul Boğazı’nın iki ayrı köprüsünde on dakika arayla iki kişi kendini boşluğa bıraktı. 

Yüzbinde dört, yılda üç bin kişiden fazla…

Ve onun yirmi katı da intihar girişimi var, yılda en az 70 bin kişi intihar girişiminde bulunuyor.  Gelecek kaygısı, ekonomik sıkıntılar, kronik hale gelen depresyon…

Fakat haberlerde hep aynı klişe var “bunalıma girdi, intihar etti…”

İntihar kişisel bir mesele, bireylere ait bir zayıflık anı gibi hikaye ediliyor. Oysa toplumun, hükümetlerin, devletin sorumlulukları var…

İki yıl önce intihar edenlerin sayısı bir yılda yüzde 23 arttı ve 2012’de 3 bin 287 kişiyle zirveye ulaştı.

Geçen yıl 3 bin 65 kişi hayatına son verdi.

Bu rakama kayıtlara gıda zehirlenmesi, ilaç zehirlenmesi vs. gibi geçen intihar vakaları dahil değil.

Girişimler çok önemli. Çünkü intihar edenlerin yüzde 41’i daha önce girişimde bulunuyor.

Sadece intihar girişiminde bulunanlar değil, intiharla karşı karşıya kalanlar, ölenlerin yakınları, arkadaşları da ciddi risk grupları oluşturuyor.

Örneğin bir okulda intihar vakası yaşanmışsa, bütün sınıfın risk grubu olarak değerlendirilmesi, izlenmesi, psikolojik destek verilmesi gerekiyor.

Takip edilmesi gerekiyor. Sağlık bakanlığının “Ruh sağlığı” birimi tarafından izlenmesi gerekiyor.

Fakat önlemlerin hepsi kağıt üzerinde…

Stratejik eylem planları okullardaki “yangın kollarına” benziyor, görünüşte var, ama asla uygulanmıyor.

Bu giderek yükselen sorunu kimse ciddiye almıyor.

Ölüm, toplumsal bir dalga olarak, özellikle gençleri önüne katarak yükseliyor.

Geçen yıl ölenlerin dörtte biri 25 yaşının altında…

Ölen kadınların beşte biri 15 ve 19 yaşları arasında…

Sadece rakamlar değil, şehirler de alarm veriyor.

Ege’de Denizli, Aydın ve Uşak’ta ciddi artışlar yaşanıyor.

Rakamlar alarm veriyor, fakat duyan yok..

Önceki ve Sonraki Yazılar