Tıkanıklık nerede?

Çok değil, bundan on yıl kadar önce Türkiye toplumunun çoğunluğu Avrupa Birliği’ni ülkeyi demokratikleştirecek, refaha ulaştıracak biricik kurtuluş seçeneği olarak görüyordu. Çok bilmiş liberallerin bir bölümü, daha da ileri giderek Türkiye’nin, Kürt sorununu çözmesinin de, “bölge gücü” olmasının da AB üyeliğinden geçtiğinin propagandasını yaparak, tekelci oligarklara akıl veriyordu.

Şimdi en Avrupacı olanlar da içinde, kimse Türkiye’nin AB’ne girmesini bir seçenek olarak dillendiremiyor.

AB şimdi, kapitalizmin sistemik/kaotik krizinden, üye ülkeler arasındaki dramatik eşitsizlikten, emperyalist Almanya’nın hep kendinden yana yontan hegemonyasından kaynaklanan nedenlerle derin bir krize yuvarlanmış durumda. Varlığı, geleceği tartışılıyor.

Yunanistan bu derin krizin, buzdağının suyun üstüne çıkmış bölümü, ilk habercisi olduğu için önemli ve kritikti. Sırada, Portekiz, İspanya, İtalya, İrlanda saatli bombaları var. Saatli bombaların, nasıl, ne zaman, birlikte mi, ayrı ayrı mı patlayacağı bilinmiyor. Almanya Avrupası, Yunanistan “olay”ındaki tutumuyla, sosyal medyada üretilen uygun tanımla bir “darbe“ yaparak, kendince öteki ülkelerdeki olası çıkışları caydıran, birlikte davranmalarını önleyen bir önlem almış oldu. Bu önlemin ne ölçüde önleyici ve etkili olduğunu zamanla göreceğiz.

***

Yunanca kökenli kriz sözcüğü, herhangi bir sürecin kritik bir uğrağı, bir dönüş noktası anlamına geliyor. Şu yönde, ya da bu yönde davranmanın, çok farklı sonuçlar doğuracağı bir karar verme uğrağı olarak da tanımlayabiliriz.
Bir kriz ortamında egemenler, yönetenler kadar, yönetilen, sömürülen, ezilen büyük çoğunluğun, düzen karşıtlarının, en geniş tanımıyla toplumsal muhalefetin ne olduğu, ne yapacağı, nasıl yapacağı da önem taşıyor.
Devrimci siyaset, “ara” ve arafatta tutumlar üzerinden değil, antagonizma üzerinden, Türkçesiyle uzlaşmaz karşıtlıklar üzerinden kuruluyor. Bu, kriz dönemlerinde güncel ve somut mücadele alanlarından asla uzaklaşmadan “toptancı” ve “köktenci” olmayı gerektiriyor.

***

Üç saptama:
Bir: Dünyada, Avrupa’da ve Türkiye’de işçi sınıfı hareketi, sosyalist ve komünist hareket süreçleri etkileyecek reel bir güç konumunda değildir.
İki: Batı’daki sınıfsal bakımdan proleter, ideolojik bakımdan Marksist kökenli sosyal demokrat hareketler de, bir zamanlar “bu düzeni değiştireceğiz” diyen bizim CHP gibi partiler de, düzen içi reform seçeneği olma özelliklerini yitirmiş, tekelci, neo-liberal programların nöbetteki uygulayıcıları durumuna dönüşmüşlerdir.

Üç: Dönemin halk desteği kazanmış, “yeni” hareketleri olarak Syriza, Podemos ve bizdeki HDP kökenleri, sınıfsal kaynakları, ideolojileri/programları, oluşum koşulları ve burada giremeyeceğimiz her birinin kendine özgü başka nedenlerle, düzen karşıtı muhalefet boşluğunu dolduramamakta, daha doğrusu “bir başka dünya” talebini karşılayamamaktadırlar.

Sonuçlardan biri, Merdan Yanardağ’ın yerinde saptamasıyla, “ insanların sosyo-ekonomik (sınıfsal) konumları ile siyasal tercihleri (seçmen davranışı) arasında derin çelişki”dir.

Bu sonuç, ancak nedenleri değiştirebilirsek değişecektir.
Somutumuzda, çıkış yolu, CHP’ye kızmak, ya da HDP’nin neyi yapamayacağını söylemek değil, insanların sınıfsal konumlarıyla, siyasal davranışlarını uyumlu hale getirecek düzen karşıtı seçeneği güçlendirmektir. CHP ve HDP’yi etkilemek ve değiştirmek de ancak bu yoldan mümkündür.

Önceki ve Sonraki Yazılar