Torino beygiri, Hürriyet geyiği

İnsanlık tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri 126 yıl önce bir 3 Ocak günü Torino’da Piazzo Carlo Alberti’de yaşandı.
Prusyalı bir papazın iri yarı, pos bıyıklı oğlu, kollarını sahibi tarafından kırbaçlanan yaşlı, yorgun bir atın boynuna doladı ve sarsıla sarsıla ağladı.
Yere serilip kalan 45 yaşındaki adamı komşuları evine bıraktı.
İki gün sonra dudaklarından “Anne ne aptalım” sözcükleri döküldü ve yaşamının geriye kalan 11 yılı boyunca bir daha asla konuşmadı...
Geriye merkezinde hakikati sorgulayan ve sarsıcı etkilerini sürdüren fikirler bıraktı.
Torino beygirinden 16-17 yıl sonra bu defa 34 yaşındaki bir Osmanlı zabiti ile bir yavru geyiğin yolları Makedonya dağlarında kesişti... Zabit 200 askeri ve kışla sandığından bir makbuz bırakarak aldığı 550 lira ile Sultan’ın otuz yıl önce askıya aldığı Anayasa’yı yeniden yürürlüğe koymak için ‘Hürriyet’ için isyan etmiş, bir zamanlar eşkıya kovaladığı dağlara çıkmıştı.
Başındaki siyah kalpağın üzerinde ‘ya hürriyet ya ölüm’ yazıyordu.
Yavru geyiğe özgürlük yolunu aydınlatsın diye ‘Rehberi Hürriyet’ adını verdiler...
Sultanın üzerlerine yolladığı adamlar vuruluyor ya da isyancılara katılıyordu.
Sonunda Sultan pes etti.
Zabit, ‘Hürriyet’in top atışlarıyla ilan edildiği Selanik’e peşindeki yavru geyikle ‘Kahramanı Hürriyet’ payesiyle girdi..
Anayasa tekrar yürürlüğe kondu.
Dokuz ay sonra Zabit, askerleri ve geyiği patlayan ayaklanmayı bastırmak için İmparatorluğun kalbine, İstanbul’a doğru Hareket Ordusu’yla birlikte yola düştü.
Ayaklanma bastırıldı, Sultan devrildi.
‘Rehberi Hürriyet’ Zabit’in yanı başında, İstanbul sokaklarında kırmızı beyaz kurdelalar takan kantocu kızların alkışları, sevinç çığlıkları ve ‘Yaşasın Hürriyet’ nidaları arasında zafer taklarının altından geçiyordu.
Fotoğrafları gazetelerin birinci sayfalarını, bugün paha biçilemeyen Max Fruchtermann kartpostallarını süslüyor, bir çadırda ‘bir kuruş’ karşılığı halka seyrettiriliyor, bütün ileri gelenler, hatta şehzadeler bile onunla hatıra fotoğrafı çektiriyordu.
Galata Köprüsü’nde ensesinden bir kurşunla vurulacak olan muharrir Ahmet Samim geyiğe ‘Gazalı Hürriyet’ adını verdi ama halk ‘Niyazi Bey’in geyiği’ demeyi tercih ediyordu.
Fakat geyiğin akrobatik bir hüneri olmadığı için ilgi zamanla azaldı.
‘Niyazi Bey’in geyiği’ Şehzadebaşı’nda sonradan Türk tiyatrosunun doğumuna sahne olacak Letafet Apartımanı’nın ışıksız bodrumunda kalın bir iple bir kazığa bağlandı...
Kuru otlar ve kirli bir su kabıyla...
Refik Halid 19 yaşında genç bir gazeteci olarak bu anı, “Hürriyet Geyiği’nin yüreği öyle burkulmuş, kara ve iri çok güzel gözleri öylesine mahzun, malihülyalı ki içim sızladı. Bu gözlerde Resne Dağları’nın ve eski hürriyetinin hasreti yanıyordu; belki nedamet de vardı, cinsdaşlarını bırakıp insanlara katıldığına, hürriyet dağdağsına karıştırıldığına, fırsat elde iken kendilerinden ayrılıp dağ yolunu tutmadığına, yanındakilere güvendiğine pişmandı...” diye kederle anlatıyordu.
Hürriyet geyiğinin kaderi bundan sonra belirsiz. Üsküdar'da bir kasaba satıldığı, İstanbul’un av etleri de sunan lokantalarından birinde menüye dahil edildiği rivayetler arasında...
Makam hırsı olmayan Zabit ise memleketi Makedonya'ya köşesine çekildi.
Dört yıl sonra Balkan Harbi patladığında İstanbul'dan gelen bir telgrafla acele çağrılana kadar...
Vapura binmek için Avlonya Limanı’na indi.
Ne olduysa limanda oldu. En yakını, fedaisi Karadağ yapımı altıpatları üç kez ateşledi.
Zabit giderek büyüyen bir kan lekesinin içinde düştü kaldı.
Geriye “Ne şehittir ne gazi b.. yoluna gitti Niyazi” deyişini bıraktı...
Tarih, rüzgarlara benzer tuhaf bir şey.
Siyaset, 126 yıl sonra, kimselerin boynuna sarılmadığı atların acısından besleniyor. Bir ata sarılamayan insanların gözyaşları, özgürlük geyiğinin dağlardan, ayaklanmalara, meydanlara ve kasabın bıçağına
uzanan, kartpostallarda kalan hikayesi...
Hepsi rüzgarda birbirine karışıyor...

Önceki ve Sonraki Yazılar