'Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit!..'

Çok değil, daha birkaç sene öncesine kadar; kavganın ilk işaretleri ortaya çıktığında, “Arada çelişki mi var” diye soranları ‘araya nifak sokmak’la suçlayan, hatta mimleyen zihniyet (Bu huylarından maalesef hala vazgeçmiş değiller) şimdi ise birbirlerine demediklerini bırakmıyorlar. Eldeki tüm cephanelerle ha bire yığınak yapılıyor. Manevra üzerine manevra oluşuyor.
 
İşte zaten bir süredir süren ve inanılmaz biçimler alan Cemaat - AKP geriliminin ortasına şimdi bir de mektup muamması düştü. Bizler ise, böyle bir mektubun varlığını başbakanın Dolmabahçe’de seçme gazeteciler, yazarlar ve STK temsilcileri ile yaptığı görüşme sayesinde öğrenebildik. Daha doğrusu Türkiye Gazetesi’nden Yıldıray Oğur’un “Fethullah Gülen’in Başbakan’a ıslak imzalı bir sulh mektubu yazdığını” Twitter’a yazması sonucu ortaya çıktı.
 
Ancak sulh mektubu olarak yansıtılan bu mektup; sulh bir yana, durumu daha da karıştıracağa benziyor. (Zaten, aracılığını Fehmi Koru’nun yaptığı iddia edilen bu mektupta bir pazarlık teklifi olduğu ve Erdoğan tarafından net bir şekilde reddedildiği açıklanıyordu). Fakat mektup tartışması başladığından bu yana iki muğlak yan ortaya çıktı.
 
Birincisi: mektubun asıl muhatabının Başbakan Erdoğan olmadığı, ikincisi ise: (gazeteler ‘İşte O Mektup’ diye başlık atsalar da) mektubun tam ve eksiksiz metninin değil -en azından bu satırların yazıldığı şu ana kadar- mealen aktarımı söz konusuydu. Yansımayan yanlar var mı, henüz belli değil.
 
Zaten bu mealen aktarımdan anladığımız kadarıyla, buradan bir sulh çıkmıyordu. Daha ziyade, Cemaat’in kendisini temize çıkarma çabasının yanında, devletin en üst makamına bir şikâyet mektubu gibiydi. Bilhassa; memurların engellenmesi, itham ve iftiralara uğradıkları, vazifelerini yapanların kıyıma maruz kaldığı, mağduriyet içinde ayrımcılığa tabi tutuldukları, hizmet hareketinin önünün kesilmeye çalışıldığı vb gibi itirazlar düşünülürse; bu, aslında başbakanı cumhurbaşkanına şikâyet etme mektubu gibiydi.
 
Ayrıca, hem üsluptan da anlaşılacağı üzere, hem de Cemaat adına yapılan açıklamada “O mektubu Erdoğan’a değil, saygıdeğer bir devlet büyüğüne yazdık” denilerek Erdoğan konunun muhatabı olmaktan çıkartılıyordu. Böylelikle hem Erdoğan kale alınmıyor hem de Çankaya Köşkü (Abdullah Gül) muhatap alınarak; ‘hükümet’ değil, ‘devlet’ öne çıkartılıyordu. Yanı sıra, Erdoğan yerine kimi tercih ettikleri de bir anlamda sezdirilmekteydi.
 
O halde bu mektubun neresi sulh mektubudur? Ayrıca Gül’e yazıldığı halde, niçin Erdoğan’a yazılmış gibi gösterilmiş; kamuoyunda böyle bir algı oluşturulmuştur? Dahası; Erdoğan tekzip edileceğini bildiği halde, buna niçin izin ve zemin sunmuştur? Burada da bir takım ince hesaplar, psikolojik oyunlar olabilir mi?
 
İlaveten; cumhurbaşkanlığı tartışmasına yönelik başka yanlar taşıyabilir mi? Böylelikle Gül’ün sorun çözücü misyonu mu parlatılmıştır, yoksa tartışmanın içine mi çekilmiştir? Bir taktik manevra içine mi girilmiştir?
 
Bilemiyorum; artık bu karşılıklı satranç hamleleri giderek ilginç bir hal alıyor. Şimdilik belli olan şudur: Birincisi; bu bir sulh çağrısı değildir. İkincisi; bir serzeniştir. Üçüncüsü; çelişki artık devlet katına aktarılmıştır. Dördüncüsü; Gül’e gollük bir pas atılmıştır. Yahut denkleme bir şekilde Gül de monte olmuştur. Hatta taraf hale gelmiştir. Beşincisi; Erdoğan gene zorda bırakılmıştır. Altıncısı; savaş daha ince yöntemler ve karışık kombinasyonlarla sürecektir!
 
Tercüme edersek; aslında “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit” denilmiştir. Yani; başbakan bir anlamda üzerine alınmakta haklı mıdır, nedir?
 

Önceki ve Sonraki Yazılar