Yerin dibine batacak iktidarınız

Her ne kadar İzmir-Bornova doğumlu olsam bile Ankara benim memleketimdir. Annem, ablam, ağabeyim Ankara’da yaşar. Daha ben ufacık çocukken rahmetli babam Ankara’ya yerleşti. O yüzden ilkokul ve ortaokulu Ankara’da okudum. Sonra seksenli yılların başlarında İstanbul Atatürk Fen Lisesi’ni kazanıp Ankara’dan çıktım ama ailem Ankara’da olduğu için sürekli Ankara’ya gittim geldim. Hatta yatılı lisedeyken okuldan kaçıp defalarca Ankara’ya kaçtım. Disiplin cezası bile aldım Ankara’ya kaçtığım için.

Hiçbir zaman Yahya Kemal Beyatlı’nın şu meşhur antipatik “Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü sevdim” deyişini sevmedim. Ciddiye de almadım. Yahya Kemal’in “hüsnü kuruntusu o” dedim. Ankara’yı küçümseyen İstanbullu dostlara karşı daima Ankara’yı savundum. Ankara, her zaman ve daima yüreğimde çok özel bir yer etti. Çünkü Ankara bebesi olmayı tattım. Hem de faşistlerin yoğunlukta olduğu Keçiören’de yaşadım bunu. Abdi İpekçi katledildiğinde göbek atan faşistleri ibretle izledim bir Ankara bebesi olarak. İlk çocukluk ve ilk gençlik aşklarım bile Ankara’da yeşerdi. Keçiören’den çıkan ve Ankara’yı trajikomik bir çizgi film kenti haline getiren Melih Gökçek belediyeciliği bile Ankara sevgimi asla değiştiremedi. Defalarca gurbete çıktım ama kalbim daima Ankara ile oldu.
İstanbul’da lise bittikten sonra İstanbul’un tadını almış olmak yüzünden üniversiteyi de İstanbul’da İTÜ Makine Fakültesi’nde okudum ama yine hep Ankara’ya milyon defa gittim geldim. SHP’li İstanbul Nurettin Sözen belediyesi zamanında sular hiç akmadığı için banyo yapmaya, çamaşırlarımı annemin evinde yıkatmaya yine Ankara’ya gittim. Hatta bir defasında hesap yaptım. İstanbul-Ankara arasında dünyanın çevresini 1,5 kez dolaşacak kadar otobüslerde yolculuk etmiştim, hem de daha üniversite yıllarımda.

Derken üniversite bitti. İş bulmaya Ankara’ya geldim. Ama askerlik yapmamış bir makine mühendisi için fazla şansım yoktu Ankara’da. “Ankara beni istemiyor” diyerek İzmir’e gittim. İş buldum ve çalışmaya başladım. İzmir’den sonra hızımı alamayıp Kanada’ya gittim. Yıllar sonra yeniden Türkiye’ye döndükten sonra İstanbul’da yaşamaya başladım ama bu sefer Ankara’dan iş buldum ve birkaç yıl Ankara’da çalıştım. Ankara nihayet beni kabul etmişti. Yine de fazla duramadım ve İstanbul’a yeniden döndüm. Kısacası İzmir-Ankara-İstanbul arasında bir çevrim içinde geçti hayatım.

Hayatım boyunca Kanada’da yaşadığım yıllar hariç olmak üzere neredeyse her ay ziyaret ettiğim Ankara’ya yakın yıllarda 2 yıl boyunca adım atmadım. Benden sadece 400 km uzakta olan hayata atıldığım kente gidemedim. Gitmek de istemedim. Her ne olduysa bana memleketimden 2 yıl uzak kaldım. Son 1 yıldır ise durum değişti ve yeniden ayda bir gider oldum.

İşe bakın ki, 103 canın katledildiği 10 Ekim 2015 Ankara Gar patlamasının olduğu hafta sonu İstanbul’daydım. Niyetlenmiştim ama ağır grip geçirdiğim için gidemedim. Bütün dünyanın gözü önünde MİT’e birkaç km ötede birtakım iktidar odaklarının şahsi istikrarları adına sadece barış isteyen 103 insan katledildi. 1 Kasım seçimlerinin nispeten ‘istenen’ sonucu vermesinin ardından biraz mola veren seri Ankara katliamları 17 Şubat 2016’da yeniden başladı. Sivil memurlar ve astsubayların ağırlıkta olduğu o katliam sırasında da İstanbul’daydım. Çünkü 20 Şubat 2016’da Ankara’da olacaktım bu sefer.

Ankara, benim memleketim, beğenseniz de beğenmeseniz de kuruluş hikâyesinden mütevellit halen yıkılmamış şu Cumhuriyet’in başkenti olması nedeniyle aslında hepinizin memleketi olan Ankara yeryüzünde görülmemiş sistematik bir seri katliam yaşıyor.

Bağdat ve Kabil resmen işgal altındaydı. Suriye’nin Şam’ı ise böyle katliamlar görmedi bile. En sonunda bir NATO üyesi ülkenin başkenti Ankara’da olduğum bir günde yeni bir katliamı başardılar.

13 Mart 2016 akşam saatlerinde Kızılay’da olmayı planlıyordum. Kadim bir dostumla buluşacaktım. Genelde buluştuğumuz Kızılay’ı seçmişti alçaklar. Nedense içimde ağır bir sıkıntı vardı ve çok keyifsizdim. Arkadaşımla buluşup konuşacak gibi hissetmedim kendimi. Kızılay’a gitmek yerine rahmetli babamın Karşıyaka’daki mezarını ziyaret etmeyi seçtim. Benim gibi milyonlarca Ankaralı veya tesadüfen o gün Ankara’da olan nice insan bu alçak saldırıdan bir şekilde kurtuldu. Facebook sayesinde güya “güvende” olduğumuzu dostlarımıza haber ettik. Ama yine onlarca can katledildi. O gün üniversite sınavına girmiş ve gelecek hayalleri kuran gencecik insanların da aralarında olduğu nice hayat hikâyelerine acımasızca son verildi.

Sur, Cizre ve Ankara birdir. Reyhanlı gibi. Hatta iş kazası diye yutturmaya kalkıştıkları Soma gibi. Bütün bu katliamların biricik ve tek sorumlusu ise yurttaşlarını 21. yüzyılda uygar bir ülkede yaşatmaktan başka hiçbir görevi olmayan devlettir. Paralel değil. Gerçek devlettir. Kimse kusura bakmasın. 6 ayda gerçekleşen 3. Ankara katliamını hangi örgütün üstlenmiş olduğu, bu terörün hangi örgütün üzerine atıldığı zerre umurumda değil. Rahat bırakın artık bu toprakları. Öldürmeyin artık bu toprakların insanlarını.

Dünyada görülmemiş bir skandal yaşanıyor. Bir ülkenin başkentinde 6 ayda 3. kitlesel katliam yapılıyor ve o başkentte hala kendini devlet zanneden bir paralel devlet yapılanması başkanlık derdi ile yanıp kavruluyor. Bırakınız bir tane istifayı, yüzleri dahi zerre kızarmıyor. Katliamlardan sonra sırıtanlar bunlar. Yüzsüzlüğün iktidarını kurumsallaştırdılar.

Bu ülkeyi, hele ki Ankara’yı, benim memleketim olan Ankara’yı artık rahat bırakın. İnsanlar ecelleriyle ölsün artık. Alçakça haince barış isteyen insanları, ekmek parası peşinde koşan insanları, sadece Ankara’da yaşamaktan başka bir suçu olmayan insanları öldürmeyin artık. Sadece Ankara’da değil, Sur’da ve Cizre’de de öldürmekten vaz geçin. Yemin ediyorum eninde sonunda hepiniz çok fena yanacaksınız.

O çirkin ortaklıklarınız yargılanmayacak mı sanıyorsunuz? Son uyarımdır bu. Berkin’in acılı annesi neden yaşıyor sanıyorsunuz?

Önceki ve Sonraki Yazılar