Yurt'a saldırılar

Dürüst bir gazetecilik örneği olarak, tirajını daha önceki şişirilmiş yerde olmak yerine, gerçekte olduğu yerde beyan etmeye başlamış Yurt’u, “tirajı düşüyor” diye vurmak, bütün gazetelerin tiraj dümenini bilmemesine imkan olmayan Odatv’yi gözümüzde düşürüyor Aşağıda söyleyeceklerime önsöz olarak bir hususu belirtmem gerekiyor. Zaman zaman, bir gazetenin genel yayın müdürü veya sahibi, bir köşe yazarından belirli bir konuya eğilmesi talebinde bulunur; hatta, o konuya ne açıdan eğilmesi gerektiğini de söyleyebilir. O köşe yazarı da, ahlak sahibi ise, kanaatlerine aykırı bir talepte bulunulmuşsa reddeder, kendisine ters gelmeyen bir şey istenmişse, o konuda yazar.  Bana, aşağıda yazacağım konuda, ne hiç tanımadığım gazetenin sahibi CHP milletvekili Sayın Durdu Özpolat’tan, ne de gazetede göreve başlamasıyla tanıştığım genel yayın müdürü Derya Sazak’tan, bir talep geldi. Sadece yazılı ve elektronik basını incelemelerimde rasladığım için, bu konuya değiniyorum.  Birkaç haftadır, Odatv’nin, Yurt gazetesiyle ilgili, maaş sorunu gibi, birkaç yönetici ile birkaç çalışan arasındaki sürtüşme gibi, tiraj sıkıntısı gibi konuları işlediğini görmekteydim. Gazetede yazdığım iki yıldır, sadece 3-4 kere kısa süre kalmak üzere gitmiş birisi olarak, bu konulardan habersizdim ve “olabilir, böyle meseleler her gazetede yaşanıyordur, onlar da belki mesleki dayanışma içgüdüsü ile yazmışlardır” diyordum. Fakat, iki gün önce Odatv’nin “CHP’li vekil o hakime Odatv’yi şikayet etti” başlığını ve haberin detayını görünce, daha önceki Yurt’la ilgili haberlerinin de bir artniyet sonucu yapılmış olma ihtimalini düşündüm ve bu konuda yazmak istedim. Neymiş? Özpolat’ın şikayeti üzerine, Cemaat’in adliyeden tasfiyesi ardından kurulan Sulh Ceza Mahkemesi Odatv’nin haberlerini kaldırma kararı almış. Oysa, CHP bu mahkemelerden “AKP’nin mahkemeleri ve hakimleri” diye şikayette bulunmuşmuş. Neresinden tutacaksınız? Mahkemeden şikayette bulunan CHP, Özpolat değil. Üstelik, yetkili mahkemeye değil de nereye gitsin? Diyelim ki, sahiden “AKP Mahkemesi”, muhalif bir gazeteyi neden haksız yere haklı bulsun?Muhtemelen, anti-Yurt yazılarının ardında bir kötü niyet var. Yurt’un sahibi, bir yandan Türkiye’nin en zengin ilk beş kişisi arasından sayılıp, öte yandan gazetesinde aylardır maaş vermiyorsa, eleştirilir. Bütün gazetelerde, yönetici ve çalışan arasında büyük bir uyum olup da, bu gazetede bir sürtüşme olmuşsa yazılır. Ama, bugünün zor şartlarında, yayın politikası açısından gayet doğru gazetecilik yapan bir gazete hedefe oturtulursa, burada art niyet aranır. Hele hele, dürüst bir gazetecilik örneği olarak, tirajını daha önceki şişirilmiş yerde olmak yerine, gerçekte olduğu yerde beyan etmeye başlamış bir gazeteyi, “tirajı düşüyor” diye vurmak, bütün gazetelerin tiraj dümenini bilmemesine imkan olmayan Odatv’yi gözümüzde düşürmektedir.  Bugünün Türkiye’sinde siyasi açıdan iki tür basın var: İktidar taraftarları ve muhalifler. Sadece ideolojik sebepten iktidar taraftarı olanlar yok değilse bile, iktidarcıların ezici çoğunluğu, taraftarlarını her türlü gayrimeşru yolla ihya ettiği bilinen iktidarın beslemeleridir. Besleme gazetecilerin, muhalif gazetecilikte de olduğunu biliyoruz. Türkiye’yi bir hürriyetsizlikler cehennemine çevirmeye yeminli iki kamptan birisi olan Cemaat’in basını da, kendi iç savaşları patlak verince muhalif görünmek zorunda kaldılar. Onlar da, iktidarın muazzam olanaklarıyla olmasa da, Cemaat’in hazinesinden beslenmekteler. Muhalefetin besleme olan türünü bir kenara koyunca, kala kala, çok dar imkanlarla gerçek gazetecilik yapan Yurt gibi birkaç gazete kalıyor. Odatv’de yurtseverlikleri, idealizmleri bariz olan birçok insan yazıyor. En azından, onların hatırı için, Odatv’ye, Hadi Uluengin gibi Taraf’tan beslenen gazetecilerin moda ettiği tabirle “Karanlık Oda” dememek gerekir. Fakat, hiçbir derin idealizme sahip olmayan insanların, “Bu alanda ekmek var!” düşüncesiyle popüler olmayan pozisyon alabildiklerini, muhalif görünebildiklerini biliyoruz. Umarız, Odatv yöneticileri, böyle değillerdir; gerçek idealistlerdir. Fakat, bu ülkeyi seven insanlar, ülkeyi karanlığa götürmekte olan bir yönetime muhalefet yapanları, olur olmaz sebepten itibarsız kılmaya yeltenmemelidir. Yurt gazetesi, bugünün Türkiye’sinde bir basın yüz akıdır; ona layık olduğu saygı gösterilmelidir. *** "Kökü dışarıda" Soğuk Savaş yıllarının tipik suçlamasaydı komünistlere karşı: Kökü dışarıda! Kast ettikleri: Dünyada Sovyetler Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti gibi düşmanımız olan komünist ülkeler var; eğer komünistim diyorsan onlardan tarafsındır, kökün dışarıdadır. Güya, bu komünist ülkeler her an senin vatanını işgal etmeğe hazır beklemekte olduklarına göre, eğer komünistsen, vatan hainisindir. Soğuk Savaş bittiğinden beri, en azından Sovyetler Birliği çöktüğünden beri, bu tür kökü dışarıdalık da sona erdi. Fakat, onun yerine, daha fantastik bir ‘dışarıdalık’ egemen oldu: Emperyalizm, uluslararası finans kapital, globalizm, ileri kapitalizm, vs. Nasıl ki, komünist ülkeler, her an senin ülkeni tahribe hazırdıysalar, ileri kapitalist ülkeler de, senin ordunu dağıtmak, ülkeni bölmek, kaynaklarını yağmalamak, seni fukaralaştırmak için hazır beklemekteler!  Daha fantastik dedik, çünkü hiç değilse, Sovyetler, Çekoslovakya, Macaristan gibi ülkeleri yakın zamanlarda sahiden işgal etmişler, II. Dünya Savaşı’ndan sonra bütün Doğu Avrupa’yı kukla rejimleriyle işgal altında tutmuşlardı. Fakat, ‘ileri kapitalizmin, emperyalizmin’ temsilcisi ABD ne II. Dünya Savaşı sonrası işgal ettiği Avrupa ve Japonya’yı idaresi altında tutmuş ne de son zamanlardaki Irak, Afganistan işgallerini, ahmaklıklarını ebedileştirmişti. Fakat, biz, başımıza ne geldiyse ABD’den bildik. Adeta şu son 13 uğursuz yılın tek müsebbibi ABD. Sanki, Cumhuriyet kurulduğundan beri onu yıkmaya çalışan kendi iç dünyamız hiç yoktu; sanki, onun üzerine bina olmuş AKP ve Cemaat, ABD olmasa, hiç bu becerdiklerini beceremeyecekti. Bu düşünceleri aklımıza getiren sebep, internette dolaşırken, emekli amiral Türker Ertürk’ün eski bir yazısına raslamamız. Şöyle söylemiş Amiral Ertürk: “Emperyalizmin yeni güç merkezini kapital-finans sistemi olarak adlandırabiliriz. Bu sistem içinde Yahudi aileler ve sermayesi başat konumdadır… ABD, ele geçirilen devlet sistemi ile tamamen finans-kapital sisteminin emrinde ve onun hedeflerine yönelik olarak kullandığı en önemli silahtır. Basında ‘ABD borçlandıkça saldırganlaşıyor’ yorumlarına rastlıyorum. Ben bu görüşe asla katılmam. ABD borçlu olduğu için saldırmıyor, saldırgan olduğu ve savaştığı için borçları büyüyor. Çünkü ABD 11 Eylül 2001’den sonra finans kapital emperyal güç tarafından zorlanarak sokulduğu 3. Küresel Savaş’ı devam ettiriyor. Bu savaşın gerekçesi olan 11 Eylül terörist saldırısı da finans-kapital sistem tarafından tezgahlanmıştır.” Yani, Amiral Ertürk, işi bir adım daha ileri götürmüş: Aslında ABD bile, Yahudi ailelerin sahibi olduğu “Finans Kapital Emperyal Güç”ün bir kuklasıymış; 11 Eylül saldırılarını da bu “güç” yaptırmış ki, ABD savaşa girsin. Şu basit gerçeği anlamak niye bu kadar zor? Nasıl ki, mahallenizdeki bakkal, malını size satabilmek istediğinden, sizin fakirleşmenizi, mahallenizin cehenneme dönmesini istemezse, ileri kapitalist ülke de, o yüzden, sizin ülkenizin çökmesini istemez.  Ülkenizin sorunlarını çözmek istiyorsanız, sebebi de çözümü de içerde arayın. AKP de Cemaat de, tıpkı Sovyetler için değil ülkeleri için dağlarda ölen gençler gibi, bu ülkenin ürünleridir. Kötü niyetli bir dış güç, en kötü ihtimalle ülkenizi işgal eder, ki bizi etmişti, def edersiniz, ki etmiştik.  Oysa, kötü niyetli bir iç güç, bünyenizde olduğundan kolayca sökülüp atılmaz. “Dış kaynaklı kötülük” fantezileriyle vakit kaybetmeyip, kapımızın önündeki kötülükle mücadele etmeliyiz.  ***

‘Hasbi Tembeler’ ve türbe harekatı 
Her meslekte, tembel, kifayetsiz, ahmak, kibirli, haddini bilmez bireyler vardır. Fakat, orduda, böyle birisinin emri altındaysanız, hatta emrinizde böyle biri varsa, yanmışsınız demektir. Çünkü, sık sık ölüm kalım ortamındasınızdır; amiriniz böyleyse, ki emirlerine itaat etmek zorundasınızdır, yok yoluna ölebilirsiniz; astınız böyleyse, vazifenizi yapamazsınız. Bu yüzden, ordudaki bu tür bireylerle dalga geçmek için yapılan mizah, çok etkili olmuştur. Mesela, Amerikan ordusundaki ahmaklıklarla dalga geçen “Private Bailey/ Er Bailey” isimli karikatürlü kısa hikayeler ölümsüz olmuştur. Amerikan gazetelerinde 1950’den bugüne kadar yayınlanmaktadırlar. “Private Bailey” hikayeleri bize “Hasbi Tembeler” olarak çevrildi ve yıllarca yayınlandı. “Hasbi Tembeler”ın aklıma gelmesinin sebebi, Kara Kozak’taki türbedeki 40 askerimizin ülkeye getirilmesi ‘operasyon’unu takip eden devlet büyükleri fotoğrafı idi. Fotoğraftaki en büyük sivil Başbakan, en büyük asker Genelkurmay Başkanı idi. Harekatı, daha doğrusu basit bir gece yürüyüşü tatbikatını, bir tank taburu (51 tank) yapmış ve hedef 30-40 kilometrelik bir mesafede imiş.  Tabur Komutanı, bir binbaşı veya yarbaydır. Onun yaptığı işi, bir albay izler. Hadi iş çok önemli, onun da amiri bir tuğgeneral izlesin. Ama burası Türkiye: Adı konmamış da olsa, dünyanın en etkin Propaganda Bakanlığı’na sahip ülkesi. Tuğgeneral yetmez, tüm de izlesin, hatta kor da, hatta Ordu Komutanı or da, hatta Kara Kuvvetleri Komutanı or da, hatta Genelkurmay Harekat Dairesi Başkanı or da, hatta Genel Kurmay Başkanı or da, hatta onun amiri Başbakan da. Bu aralar araları biraz limoni olmasa, onun amiri Cumhurbaşkanı da, bu “Hele var ki bir tablo; görse şaşar Anibal…” tablosunda yer alırdı.  Bu arada, Amerikanvari bir şekilde yelek ve kazakla oturabilmek için ceketlerini çıkarmaları sırasında dikkatleri dağılıp ‘harekat’a mukayyet olamadıklarından bir askerimiz araç kazasında şehit olmuş. Bu arada, Kara Kozak tatbikatını ve öncesini, hem siyasi hem de askeri açıdan mükemmel bir şekilde analiz etmiş olan bir emekli general kahraman arkadaşımın görüşlerini öğrendim.  İsmini, ülkemiz için utanç verici bir sebepten yazmak istemediğim, yani kendisine yan gözle bakılmasını istemediğim, bu tecrübeli asker, şöyle söylüyordu: “Önceki yıllarda Kuzey Irak’ta 300 km.lik cephede ve 100 km.lik derinlikte iki kolordu, on tugaydan fazla kuvvetle ve yaklaşık iki ay süre ile, bölücü terör örgütüne karşı icra edilen operasyonu ordu komutanı sevk ve idare etmiş, Kuvvet Komutanlıkları ve Genelkurmay Başkanlığı Karargahları günlük raporlarla harekatı izlemişlerdir. Binlerce teröristin etkisiz hale getirildiği ve yüzlerce şehidin verildiği büyük çaplı operasyonlardan sonra bile Genelkurmay Başkanı’nın Başbakan’ın yanında, esas duruşta yapılan açıklamaları dinlediğine tanık olmamıştık.”  Burada şunu hatırlatmakta yarar var. Ne bu satırların yazarı, ne de gözlemini yazan emekli general, disiplinli bir Genelkurmay Başkanı’nın amirine esas duruş göstermesinden bizatihi rahatsız olur.  TSK, üstüne düşen görevleri, tantanasız, soğukkanlılıkla yapmış bir kurumdur. O komik fotoğraftaki abartılı katılım, hatta ceketlerin çıkarılması, tamamen hükümetin sahnelemesi olmalıdır ve askerler, asli görevlerini aksatmayacak böyle bir maskaralığa, emir kulu olarak katlanmak zorunda kalmışlardır.  Cumhuriyet’imizin layık olduğu bir hükümet, yani Cumhuriyet’in temel nizamını tahrip etmek değil, onu korumak amaçlı bir hükümet gelene kadar, birçok saygın kişi, içinde bulunmaktan esef ettikleri resimlerde kendini bulabilir.  Yalnız, o zamana kadar, “esef etmek” yerine, pişman olacakları resimlerde hiç yer almamaya dikkat etmelidirler.

Önceki ve Sonraki Yazılar