Genç öldü, cesedi güzel kaldı ama…

Başlıktan, 50 yıl önce 22 Kasım 1963 tarihinde 46 yaşındayken öldürülen John F. Kennedy’den söz ettiğimi anlamış olabilirsiniz.

20. Yüzyıl’ın en önemli, olaylarından birisidir. Dünyanın yüreği ağzına gelmişti. Kennedy’nin bir Sovyet ajanı tarafından öldürüldüğü sonucuna varılsaydı nükleer kıyamet kopabilirdi.

Yaşı yetenler hâlâ birbirlerine sorarlar: “Kennedy vurulduğunda neredeydin?”

Bu yıl özellikle sorduklarına eminim.

Kennedy vurulduğunda, daha doğrusu, haberi Türkiye’ye ulaştığında neredeydim?

İki kıtanın ölgün ışıkları arasında Üsküdar’dan Kabataş’a geçen bir araba vapurunun tenha yolcu salonunda ince belli bir bardaktan çay içiyordum. Radyo, “Amerikan Cumhurbaşkanı Kennedy öldü!” dediğinde böyle bir şey olamayacağına, bunun bir yanlışlık olduğuna emindim.

Bazı şeylere inanmak zordur. İnsanlar her şeyin aynen devam edeceği yanılsaması içinde yaşarlar. Dünyanın en güçlü ülkesinin, yarı-tanrı ve film yıldızı muamelesi yapılan Başkanı öyle pat diye ölemez…

Toy bir delikanlıydım…

Artık her zaman her şeyin olabileceğini biliyorum. İnce buz tabakasıyla kaplı derin bir gölün üzerinde yürüdüğümüzü ve buzun hiç umulmadık bir anda kırılabileceğini, kendimizi bir anda bambaşka bir gerçeklik katmanında bulabileceğimizi…

Ve bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayabileceğini biliyorum.

***

Başkan Kennedy’nin ölümünden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Amerika’da da olmadı, Türk- Amerikan ilişkilerinde de.

Kennedy önce efsaneleştirildi, sonra orasından burasından budanarak biraz iblisleştirildi, sonra gerçek “insani” boyutlarıyla değerlendirilmeye başlandı.

Demek ki, kimin tarihe nasıl geçeceğini önceden tahmin etmek fevkalade zor.

50 yıl sonrasından baktığımızda, Kennedy Amerikan tarihinin en başarılı başkanlarından biri miydi? Hayır. Domuzlar Körfezi rezaletinin günahı onun boynunda, Küba krizinde oynadığı Rus ruleti çok tehlikeli bir oyundu. Viet Nam bataklığına ABD’yi sokan odur… İçeride de siyasal başarıları sınırlıdır.

En çapkın başkanlarından biri miydi? Evet. Bugün bile yeni sevgilileri keşfediliyor.. Bunlardan bazılarının Mafya ile ilişkili kadınlar olması, kaşların daha da kalkmasına neden oluyor. Kennedy ile karşılaştırınca, bir stajyerle basılan zavallı Clinton’a insanın acıyası geliyor!

En “havalı” başkanlarından biri miydi? Yüzde yüz öyle. Yakışıklı, iyi eğitimli, Fransız kökenli dünya güzeli bir kadınla evli, medyayla arası son derece sıcak, iyi konuşan, esprili biri. Güzel çocuklarıyla dünyanın en gıpta edilen ailesine sahip! En azından dışardan bakıldığında öyle. Belindeki sakatlık, evindeki soğukluk ve bazı konulardaki kafa karışıklığı dışarıya yansımıyor. Ne yapsa iyi görünüyor, gösteriliyor.

Amerikan tarihçileri ABD’deki Başkanlık kurumunun Kennedy’den sonra değiştiğini, “Medya Başkanlığı” döneminin başladığını söylüyorlar. Kennedy’den ilk “pazarlanmış” başkanımız diye söz ediyorlar. Başkan, artık sınırlı siyasal güç sahibi bir politik aktör değil, halkla doğrudan ilişki kuran, adeta onu büyüleyen bir süper-star!

Türkiye’de de büyük hayranlık uyandırdığını hatırlıyorum. İnanmayanlar o dönemin Hürriyet Gazetesi'nin ve Hayat “mecmuası”nın sayfalarına baksınlar

50 yıl sonra bir İngiliz gazetecisi “Hayal kırıklığına uğratamadan öldü” diyor onun için. Oysa ondan sonra gelen Başkanlar, özellikle ikinci dönemlerinde, hep derin hayal kırıklıkları uyandırdılar.

Bunun nedeni, Kennedy’den itibaren Başkan’ın “pazarlama” ile seçilmesi. Yani, pazarlama adına, ona altından kalkamayacağı kadar büyük beklentiler yüklenmesi. Şimdi de Obama bunu yaşıyor.

Genç ölmenin tek iyi yanı, insanın cesedinin güzel olması değil. Neleri yapamayacağının ortaya çıkamaması, yani hırpalanmış bir gerçek olarak değil, masum bir vaat olarak tarihe geçmesi…


***

Türk-Amerikan ilişkilerine gelince…

Kennedy’nin ölümü halkımızın Amerika’ya bakışında bir kırılma noktasıdır. Halkımız, bir masal kahramanı gibi hayranlıkla izlediği Kennedy’i yeni Başkan Johnson’un öldürttüğüne emindi. Madem ki cinayet Johnson’un eyaleti Teksas’ta işlenmişti, mademki Kennedy’nin yerine o geçmişti! Üstelik yakışıklı olamayan langır lungur bir adamdı Johnson. Bir çok kişi ondan “Johnson ayısı” diye söz ederdi.

Hele Kıbrıs’la bağlantılı olarak yazdığı ünlü mektup, onu Türk halkının en nefret ettiği yabancı lider haline getirdi. O epizod’u merak edenlere Johnson Mektubu kitabımı öneririm.

1962’de ki büyük füze krizinde Türkiye’deki Amerikan füzelerinin, Türkiye’nin ruhu bile duymadan Sovyetlerle pazarlık konusu yapılmasını belgeleriyle anlamak isteyenlere merhum dostum Turan Yavuz’un Satılık Müttefik adlı incelemesini tavsiye ederim.

Köprülerin altından geçen suların bıraktığı kumlar, zamanla tepecikler oluşturuyor. Bugün, Viet Nam konusundaki başarısızlıklarına rağmen, Johnson birçok tarihçi tarafından Kennedy’den daha başarılı bir başkan sayılıyor. Zencilerin eşit haklar mücadelesini yasal güvenceye almak için çırpınan ve bunu başaran işte o “Teksaslı ayı”!

Tarih, cesetleri güzelleştirme ustası cenaze levazımatçılarından daha adil bir heykeltıraş. Çünkü konusuna her yandan bakıyor. Ve yaptığı heykelleri hiçbir zaman tamamlamıyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar