
İslam neyin adı ve Müslüman kim?
Siz İslam’ı dinlerden bir dinin adı sanıyorsunuz. Bununla da yetinmiyor, onu, ideolojilerden bir ideoloji haline getiriyorsunuz. Ama iş öyle değil!
İslam, bizzat Kur’an’ın tanıtımıyla, barış, esenlik ve zulme karşı çıkış için Yaratıcı’ya teslimiyettir. Bu teslimiyeti kim gerçekleştirirse Müslüman odur. Nüfus kâğıdına yazmakla kimse Müslüman olamaz.
Tüm peygamberler, Âdem’den Muhammed’e kadar, bir tek din anlatmışlardır. Kur’an bu ortak anlatımın zamanları ve mekânları kuşatan niteliğini göstermek için ‘İslam’ kelimesini kullanıyor. İslam, bir isimden çok, bir tavırdır. Ve o tavır, Yaratıcı’ya teslimiyet tavrıdır.
Ben size derim ki, Kur’an’a giderek İslam anlayışınızı ve Müslümanlık tanımınızı yeniden yapılandırın! Bunu yaptığınızda birçok şeyi düzeltmek zorunda kalacaksınız. Öncelikle ‘İslam âlemi’ veya ‘İslam dünyası’ kavramını düzelteceksiniz. Siz, İslam dünyası deyimiyle nüfus kâğıtlarında ‘Müslüman’ yazan kitleleri kastediyorsunuz. Bunun Tanrı katında geçerliliği yoktur. Nüfus kâğıdı nüfus memuruyla sizi bağlar, Tanrı’yı bağlamaz.
Kur’an’a dayanarak derim ki, günümüz dünyasına baktığımızda Kur’an’ın değerlerini hayatına sokma bakımından daha iyi Müslüman olanlar, adına İslam dünyası dediğiniz coğrafyalar değil, doğruluk, dürüstlük, temizlik, çalışkanlık, yaratıcılık bakımından öne geçmiş ve sizin tasnifinizde ‘gayrımüslim’ listesinde yer almış ülkelerdir.
İslam’ı tanrısal yapısından uzaklaştırıp bir kin ve nefret ideolojisine dönüştüren geleneksel dincilik şurada özetlediğimiz Kur’ansal gerçeği saf dışı etmek ve durumu kendi hesabına uydurmak için, ‘İslam’ın şart-ları’ diye bir tâbir icat etmiştir. O ‘şartlar’, geleneksel dinciliğin elemanlarında bulunan şartlardır. Oysaki İslam’ın şartları, peygamberlerin mesajındaki tanrısal buyrukların tümüdür. İslam’ın şartları adına namazı en öne çıkarıyorsunuz ve bu namaz için onlarca insan hakkını çiğniyor, dünyayı velveleye veriyorsunuz. Şimdi size soruyorlar:
İslam’ın şartlarının başında, iki yüz, üç yüz metreye bir kurulan camilerin her minaresinden dört hoparlörle gece gündüz avazı çıktığı kadar bağırıp halkı taciz etmek var mıdır? İslam’ın temel şartı hakka ve halka saygı mıdır, hakkı ve halkı çiğneyerek ‘namaz kılmak’ mıdır? Eğer öyleyse, Mâûn suresinde, namazlarını insan haklarının ihlaline bahane yapanlar neden lanetleniyor da namaz kılmayanlar lanetlenmiyor?!
Hesabı geleneksel kabullere göre değil Kur’an’a göre yapın!
Kur’an’ın insan hayatına kazandırmak istediği değerler açıkça gösterilmiştir. Bu değerler açısından bir İslam dünyası dediğiniz kitlelere, bir de ‘gayrımüslim’ dediğiniz kitlelere bakın! Ve Kur’an’ın değerlerinden kimde daha fazla bulunduğunu kaydedin. Not toplamı çok olan, Müslümanlıkta önde olacaktır.
Siz bu hesabı asla yapmaz, bu tabloyu asla ortaya getirmezsiniz. Çünkü sonuç sizin aleyhinizedir. Ama unutmayın ki bunu yapmamak, gerçeği ortadan kaldırmaz. Allah, gerçeği yalın bir biçimde gözler önüne koymuştur. Ne yazık ki, bugün, Kur’an’ın idealindeki topluluk, sizin ‘İslam dünyası’ demekte ısrar ettiğiniz topluluk değil, ‘gayrımüslim’ diye damgaladığınız topluluktur.
Ey Mâûn suresi namazı kılmayı ‘Müslümanlık’ sanan gaflet yığınları! Mâûn suresi, o hak ihlallerine araç yaptığınız namazlarınız yüzünden sizi rahmete değil, lanete müstahak görüyor. Siz bu Mâûn suresini hiç okumaz mısınız? Yoksa onu Kur’an’dan saymıyor musunuz? Kurtuluşunuzun Mâûn suresini hakkıyla okumakta olduğunu size bir kez daha duyuruyorum.
Siz, ey dinciler, Allah’ın dininin kimlik belgesini gasp etmiş olma suçundan sanıksınız. Ya o gaspı bırakın yahut da o belgenin hakkını verin.
Artık, müslim (Müslüman) kılığında mücrim olmaktan kurtulun! Ve şu tanrısal uyarıyı sık sık okuyun:
“Biz, müslimleri mücrimler gibi yapar mıyız?” (Kalem, 35)
İslam, bizzat Kur’an’ın tanıtımıyla, barış, esenlik ve zulme karşı çıkış için Yaratıcı’ya teslimiyettir. Bu teslimiyeti kim gerçekleştirirse Müslüman odur. Nüfus kâğıdına yazmakla kimse Müslüman olamaz.
Tüm peygamberler, Âdem’den Muhammed’e kadar, bir tek din anlatmışlardır. Kur’an bu ortak anlatımın zamanları ve mekânları kuşatan niteliğini göstermek için ‘İslam’ kelimesini kullanıyor. İslam, bir isimden çok, bir tavırdır. Ve o tavır, Yaratıcı’ya teslimiyet tavrıdır.
Ben size derim ki, Kur’an’a giderek İslam anlayışınızı ve Müslümanlık tanımınızı yeniden yapılandırın! Bunu yaptığınızda birçok şeyi düzeltmek zorunda kalacaksınız. Öncelikle ‘İslam âlemi’ veya ‘İslam dünyası’ kavramını düzelteceksiniz. Siz, İslam dünyası deyimiyle nüfus kâğıtlarında ‘Müslüman’ yazan kitleleri kastediyorsunuz. Bunun Tanrı katında geçerliliği yoktur. Nüfus kâğıdı nüfus memuruyla sizi bağlar, Tanrı’yı bağlamaz.
Kur’an’a dayanarak derim ki, günümüz dünyasına baktığımızda Kur’an’ın değerlerini hayatına sokma bakımından daha iyi Müslüman olanlar, adına İslam dünyası dediğiniz coğrafyalar değil, doğruluk, dürüstlük, temizlik, çalışkanlık, yaratıcılık bakımından öne geçmiş ve sizin tasnifinizde ‘gayrımüslim’ listesinde yer almış ülkelerdir.
İslam’ı tanrısal yapısından uzaklaştırıp bir kin ve nefret ideolojisine dönüştüren geleneksel dincilik şurada özetlediğimiz Kur’ansal gerçeği saf dışı etmek ve durumu kendi hesabına uydurmak için, ‘İslam’ın şart-ları’ diye bir tâbir icat etmiştir. O ‘şartlar’, geleneksel dinciliğin elemanlarında bulunan şartlardır. Oysaki İslam’ın şartları, peygamberlerin mesajındaki tanrısal buyrukların tümüdür. İslam’ın şartları adına namazı en öne çıkarıyorsunuz ve bu namaz için onlarca insan hakkını çiğniyor, dünyayı velveleye veriyorsunuz. Şimdi size soruyorlar:
İslam’ın şartlarının başında, iki yüz, üç yüz metreye bir kurulan camilerin her minaresinden dört hoparlörle gece gündüz avazı çıktığı kadar bağırıp halkı taciz etmek var mıdır? İslam’ın temel şartı hakka ve halka saygı mıdır, hakkı ve halkı çiğneyerek ‘namaz kılmak’ mıdır? Eğer öyleyse, Mâûn suresinde, namazlarını insan haklarının ihlaline bahane yapanlar neden lanetleniyor da namaz kılmayanlar lanetlenmiyor?!
Hesabı geleneksel kabullere göre değil Kur’an’a göre yapın!
Kur’an’ın insan hayatına kazandırmak istediği değerler açıkça gösterilmiştir. Bu değerler açısından bir İslam dünyası dediğiniz kitlelere, bir de ‘gayrımüslim’ dediğiniz kitlelere bakın! Ve Kur’an’ın değerlerinden kimde daha fazla bulunduğunu kaydedin. Not toplamı çok olan, Müslümanlıkta önde olacaktır.
Siz bu hesabı asla yapmaz, bu tabloyu asla ortaya getirmezsiniz. Çünkü sonuç sizin aleyhinizedir. Ama unutmayın ki bunu yapmamak, gerçeği ortadan kaldırmaz. Allah, gerçeği yalın bir biçimde gözler önüne koymuştur. Ne yazık ki, bugün, Kur’an’ın idealindeki topluluk, sizin ‘İslam dünyası’ demekte ısrar ettiğiniz topluluk değil, ‘gayrımüslim’ diye damgaladığınız topluluktur.
Ey Mâûn suresi namazı kılmayı ‘Müslümanlık’ sanan gaflet yığınları! Mâûn suresi, o hak ihlallerine araç yaptığınız namazlarınız yüzünden sizi rahmete değil, lanete müstahak görüyor. Siz bu Mâûn suresini hiç okumaz mısınız? Yoksa onu Kur’an’dan saymıyor musunuz? Kurtuluşunuzun Mâûn suresini hakkıyla okumakta olduğunu size bir kez daha duyuruyorum.
Siz, ey dinciler, Allah’ın dininin kimlik belgesini gasp etmiş olma suçundan sanıksınız. Ya o gaspı bırakın yahut da o belgenin hakkını verin.
Artık, müslim (Müslüman) kılığında mücrim olmaktan kurtulun! Ve şu tanrısal uyarıyı sık sık okuyun:
“Biz, müslimleri mücrimler gibi yapar mıyız?” (Kalem, 35)