
Mazisi olmayanın atisi de olmaz!
Mazi=Geçmiş. Ati=Gelecek.
Allah’ın rahmetine kavuşan Ferdi Özbeğen’in ardından Ümit Besen “O benim mazimdi, mazimi kaybettim”, demiş.
Ümit Besen’in bana çok anlamlı gelen sözleri sanki Yahya Kemal Beyatlı’nın şu satırları üzerine inşa edilmiş gibiydi.
“Ne harabiyim ne harabatiyim / Kökü mazide olan atiyim”
Harabi=Meyhaneye giden, âlemci. Harabati=Dağınık, derbeder.
Yahya Kemal bu satırında (belki de Cumhuriyet dönemi ile henüz kimliğini bulamamış aydını kastederek) ne kadar âlemci, ne kadar derbeder bir görüntü verse de esasında gücünü geçmişten alan gelecek olduğunu söylüyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar da:
“Ne içindeyim zamanın/ Ne de büsbütün dışında/Yekpare, geniş bir anın/Parçalanmaz akışında” dörtlüğünde adına “zaman” denen kavramın tıpkı suyun zerrecikleri gibi “an”lardan oluşan bir bütün olduğunu, onun için de geçmiş ile geleceğin yekpare geniş bir anın parçalanamaz akışında birlikte oluştuğunu beyan ediyor.
Mazisi olmayanın atisi de olmaz!
Mazi ve ati yekpare bütündür.
Mazisini kaybeden atisini de kaybeder.
***
Ümit Besen belki de zamanında rekabet ettiği için hakkında iyi şeyler de hissetmediği Ferdi Özbeğen’i kaybettiği gün kendisini de bizzat o rekabetin var ettiğini fark etmiş, Ferdi Bey’in kaybı ile kendi mazisini de kaybettiğini düşünmüş.
Bu duyguyu çok iyi anlıyorum. O ifade etmemiş ama mazimizde rol almış her faninin kaybı bize mazimizi kaybettirmekle kalmıyor, geleceğimizi de elimizden alıyor.
Sayesinde kendimizin bir adım daha anlam kazandığı her şey yok oldukça geleceğin anlamı da uzaklaşan arabanın farı gibi ufalıyor, ufalıyor ve giderek yok oluyor.
Hayatın diyalektiği işte bu noktada! Ölüm olmadan yaşamın anlamı yok, mazi olmadan atiye yer yok.
***
Ümit Besen gibi Ferdi Özbeğen’in dostu değildim ama Ferdi Özbeğen benim de mazimin bir parçası idi. Onun şarkıları ile hüzünlenir, onun şarkıları ile genç bedenime aşkı doldururdum. Bu hafta kaybettiğimiz Macide Tanır da beni ben yapan insanlardan birisiydi. İlkokulda sahnede onu seyretmiş, onun sayesinde temaşa sanatına hayran kalmıştım. Bende o yetenek olmadığı için yıllarca oyuncuların nasıl olup da kendileri dışında sahnede başkaları olabildiklerine akıl erdirmeye çalıştım. Sonradan onlar gibi olamayacağıma ama onları zihnimde yaratabileceğime karar verdim ve roman yazmaya başladım.
Müşfik Kenter, Yılmaz Güney, Ayhan Işık, Belgin Doruk, Öztürk Serengil, Vahi Öz, Münir Nurettin Selçuk, Zeki Müren, Yıldırım Gürses, Yahya Kemal, Nâzım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Sait Faik Abasıyanık ve niceleri öbür dünyaya giderken benim mazimden de birer parça götürdüler. Zira beni ben yapan niteliklerin bir kısmını ben büyürken onlardan kazandım. Onlar “kimliğimin” inşasında bilmeden mimarlık yaptılar. Giderlerken bendeki parçalarını da götürdüler.
***
Ancak herkes gibi ben de yakınlarımı kaybettiğimde esasen eksildim. Anamı toprağa verirken Allah’ın onunla paylaştığı “yaratma” gücü ile beni var edeni toprağa veriyordum. O olmadan “benim” nasıl var olabileceğimi kavramam zaman aldı. Veli nimetim babamı toprağa indirirken birden dünya yükünün üstüme bindiğini hissettim. Ona olan borcumu torunlarına ödemekle mükellef olduğumu anladım. Kayınvalidem öldüğünde meğer onunla arkadaş olduğumuzu fark ettim. En yakınımdaki arkadaşımı yitirmiştim.
10 yaşındaki yeğenimi ben de aynı yaşta iken kaybettiğimde ise ufacık beynime bu dünyanın adil olmadığı yerleşmişti. Kalleş ölüm bir sürü ölmesi gereke lüzumsuz adam varken bir körpe bedene hayat hakkı tanımamıştı. O günden beri bu hayatın her an beni yüzüstü bırakabileceği endişesi ile yaşarım.
50’li yıllarımda bir dostumu babasının öldüğü yaşta aniden yitirince ölümün arka bahçeme girdiğini hissettim. Artık nerede ise ikişer sene ara ile birer birer giden dostlarım benim mazimden bir parçayı götürmekle kalmayıp, geleceğimi de yanlarına alıyorlar.
Hem ölümden korkuyorum hem de artık çözdüm ki bir insan için en büyük ceza çok uzun yaşamaktır. Aramızda en uzun yaşayacak olan tüm sevdiklerini kendi elleri ile toprağa gömecek, dolayısı ile mazisini paramparça edecek, atisi ise giderek sadece ölümü beklemek olacaktır.
***
Her şey önce var oluyor, sonra yok oluyor.
Mazi kayboldukça esasen ati yitiyor.
Kaçış yok!
Bu ahval ve şerait altında gönlüm becerebilirse gök kubbede hoş bir seda bırakmak” istiyor!
Ahval=Durumlar, vaziyetler. Şerait=Şartlar, koşullar.