
Pekin'deki 'Yeraltı Şehri'nin barındırdığı ders
Bauhaus ekolünün dünyadaki en güzel örneklerinden olan Pekin’deki 798 Sanat Merkezi eskiden bir fabrikalar bölgesiydi. 798’deki fabrikaların kurulmasına ülkenin kuruluşundan hemen iki yıl sonra başlanıyor. Artık sanat bölgesi olan 798’de halen birkaç fabrika inatla üretim yapıyor ama burayı zamanında ele geçiren fakir sanatçılar çoktandır ayrıldılar. Şu an 798’deki boş yerler metrekaresi günlük 2.25 tl’ye kiralanıyor. Neyse ki halen dünyanın en büyük sanat galerilerinden bazıları burada. Görece küçük olanlar bir şekilde ayakta kalmaya çalışıyor. 798’deki fabrikaların en büyük özelliğiyse Sovyetlerin ve Doğu Almanların katkılarıyla kurulmuş olması.
SSCB sadece buraya yardımda bulunmuyor, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 10’uncu yılı nedeniyle Pekin kentine 10 ayrı yapı yapıp hediye ediyor. Bu binaların tümü bugün halen ayakta. Zamanın Sovyet estetiği bugün bile kente başka bir hava veriyor.
Bu yapıların altına esas imza atan ülke SSCB. Ancak SSCB sayesinde Pekin’de kurulan başka ilginç bir yapı daha var.
Pekin kentinin altındaki devasa yeraltı kenti Pekin’in az bilenlerindendir. Kimine göre kent efsanesidir. Pekin’deki yeraltı kenti 2008 Olimpiyatlarının başlamasından aylar önce turizme kapatıldı bir daha da açılmadı ve turizme toplam 8 yıl hizmet verdi. Yabancı turistlerin gidecek hedef turizm merkezlerinin dışında kalıyordu ve daha çok Pekin dışından gelen Çinliler, Tayvanlılar ve Hong Konglular tarafından geziliyordu. Olimpiyatlardan önce kapatılacağını tahmin etmek zor değildi. Sanki Çin de buranın pek yabancılar tarafından bilinmesini istemiyor gibiydi. Sözü edilmez, yazılmaz çizilmez bir yerdi.
En son bir arkadaşımla gezdiğimde içeride cep telefonu hatlarının döşenmiş olduğunu görüp şaşırmıştık. Demek bir şeyler için kullanılması planlanıyor. Zaten tünelleri gezmek içinse bir yere kadar izin veriliyor, tünellerin nerelere gittiği hakkında hiçbir bilgi verilmiyordu. Pekin kent merkezinin hâlâ uzağında bulunan kentin kuzeyindeki askerî merkezlere uzandığını hatta Pekin’e komşu olan ve okyanusa açılan Tiencin kentine kadar gittiğini duymuştuk. Şimdiyse Tiencin’e hızlı trenle 30 dakikada gidiliyor.
Ancak bu yeraltı kentinin neden yapıldığının açıklamasıysa insanlık için yüz kızartıcı b,r durum: Mao Zedong, Stalin’in SSCB’sinin Pekin’e olası bir nükleer saldırı yapabileceğini düşünüp, 300 bin Çinlinin (denildiğine göre de elleriyle bile) kazdıkları bir sürü tüneller yaptırıyor. SSCB işte bir de dolaylı yoldan böylesi bir yapının inşasına katkıda bulunuyor.
Ancak bakar mısınız dünyanın iki önder komünist ülkesinin düştüğü duruma. Biri nükleer saldırı korkusunu komünist komşusuna salıyor, diğeri komünist komşum bana nükleer saldırı yapabilir diye yeraltına Çin Seddi gibi bir şey kuruyor. Sonra biz insanlar bugünlerimize bakıp soruyoruz “dünya neden bu halde?” Az bile! İmamlar bunu yaparsa, cemaatler neler yapmaz?
Bu yeraltı kenti altı milyon Pekinli yaşayabilecek şekilde inşa ediliyor; okullar, hastaneler, tavuk ve mantar üretim çiftlikleri, paten kayma sahası, tiyatrolar, restoranlar, fabrikalar vs. kuruluyor.
Neyse ki bir şey olmuyor ve burası yapıldığıyla kalıyor. Sonrasında ya sevgililerin baş başa kalmak için gittiği bir mekân ya da çocukların “karanlıkta en uzun kim kalacak” oyununun bir parçası olarak kalıyor.
Velhasıl, Pekin-Moskova ilişkileri bir zamanlar işte bu tünellerin yapılmak zorunda kalınmasını zorunlu kılacak kadar kötüydü. İlişkiler nereden nerelere gelmişti.
Sonra, köprünün altından çok sular aktı.
Doğu Bloğunun yıkılmasından sonra ve Putin’in Rusya’nın başa geçmesiyle Çin-Rusya dostluk ilişkileri eskisinden çok daha fazla yol aldı. Dünyanın en zeki politikacılarından biri olan Putin’in Rusya’sı (dünkü habere bir bakın; bugün seçim olsa Rusların yüzde 82’si Putin’e oy veriyor) Çin’in en büyük müttefiki konumuna geldi. Çin’in Rusya’ya ciddi ihtiyacı var çünkü Neoconlar denilen Yahudi klanlarının yönetimindeki Batılılar, Çin’i boğmak için onun şiddetle ihtiyacı olduğu enerji koridorlarının hepsini kapamaya çalışıyordu. Çin ne yapsın? Rusya’nın devasa yataklara sahip olduğu doğalgazına yöneliyor ve her yıl iki ülke arasında büyük anlaşmalara imzalar atıldığını okuyorduk. Ama Rusya olduğundan ötürü, Çin’in içinde hep bir kurt vardı. Mesela Libya konusunda, son dakikada Rusya tarafından yalnız bırakılma örneğinde olduğu gibi.
ŞİÖ’de ilişkiler çok iyiydi, ikili ilişkilerde (kültür, ekonomik, sosyal, akla ne geliyorsa) en üst ilişkiler kuruluyordu ama Çin için öyle ya da böyle Rusya da bir şekilde demokrasi denilen Batının yutturma sistemi vardı ve yarının ne getireceği belli değildi. Neyse Putin akıllı manevralarla Medvedev’i de yanında yetiştirerek Batı’nın “Demoklesin kılıcı” olan “demokrasi”yi de ters köşeye yatırmıştı. Artık Putin’in karşı konulmaz birikimini gören Çin de (pek alternatifi de olmayınca) Rusya ile daha fazla yakınlaşıyordu. Ancak Rusya’nın Çin’e yaklaşmasından daha çok, Çin hep Rusya’ya daha fazla yakınlaşıyordu. Diyebiliriz ki bu durum Malezya uçağının Ukrayna üzerinde düşürülmesine kadar böyle süregeldi.
Batı şimdi Obama’nın da desteğiyle (!) Avrasya’da bir güç birliğinin temellerini attırıyor. Dünyanın belki de en güzel düşmanını yaratıyorlar; Avrasya Birliği. (Tabi burada Batı derken başta Fransa, İngiltere gibi ülkeleri avcuna almış, kendi kurduğu CIA ve BM sayesinde ABD’de ve dünyada istediği gibi top koşturabilen devasa ekonomik birikimi olan Yahudi sermayesinin kontrol ettiği Batı’dan bahsediyoruz. Yoksa dünyada doğası gereği ne bir ABD’li ne bir Alman, ne bir Fransız, ne bir Yunan durup dururken düşmanı olsun istemez. Yahudi sermayesi bilir ki “düşman” olmazsa işler yürümez.)
Neymiş, uçağı Rusya düşürmüş. Çocuk güler. Ancak CIA’nın hatasını göremeyen Batı’nın kuklaları hemen ABD’nin yanında saf tutarak Rusya’ya ambargo uygulamasına geçtiler. Bu sanki onlar için sonun başlangıcı. Putin blöfü çok rahat gördü ve resti çekti.
Rusya kendisini garantiye aldı ve Çin ile ilk kez bu denli yakınlaştı, hani denilebilir ki bu sefer Rusya Çin’e geldi. Tam bu arada ŞİÖ’den de son derece güçlü mesajlar geldi. ŞİÖ artık büyüyor ve bu sefer NATO’yu cepheye alarak büyüdüğünü dillendirmeye başladı. Ayrıca Batı’nın kimyası, Türkiye gibi bir NATO ülkesinin ŞİÖ’ye üye olmak istemesini söylemesiyle bozulmaya başladı.
Daha kimse dile getirmedi ama Rusya’nın Çin’e yönelmesi, Avrasya’ya daha çok açılması KKTC’nin durumu da olumlu etkileyeceğinden kuşku yok (KKTC’deki Batı hayranları, dünyadaki bu son duruma eminim çok içerliyorlardır). Elbette Suriye konusunda çok daha somut adımlar gelecektir. Domino taşı etkisiyle Türkiye’yi de olumlu etkileyecektir. Baksanıza Yunanistan, ambargodan ötürü doğal olarak Rusya’ya ihracatını arttıracağından ötürü sevinen Türkiye’yi “fırsatçılık yapıyorsun” diye suçluyor. Bu kadar saçma bir açıklama olabilir mi? Yol uzak olmasa gıdaları Çin’e ihraç edebilirlerdi ama gemiler en az 1 ayda Çin’e ulaşıyor. Bunlar yüzünden açlık çeken Afrikalılara hibe etmelerini umut edelim.
Kürdistan falan da tamamen kursaklarda kalacak elbette. Bor’un pazarı geçmek üzere, Sivas’a buyursunlar. Ama bu aralar kurdurulmaya kalkılırsa tam da Yahudi sermayesinin istediği; iç savaş.
ŞİÖ, BRICS, Rusya’nın başını çektiği Avrasya Ekonomik Birliği’nin birbirlerine eklemlendiği sistemden kimse uzak kalamaz. Bu sistem, ülkeler arasına sokulan büyük düşmanlıklar yaratıldıktan sonra kazanılan büyük derslerin sonucunda kuruluyor. Başını da dünyaya yön veren Rusya ve Çin çekiyor.
Bu iki ülke artık tarihte olmadıkları kadar birbirlerine yakınlar. Pekin’deki Yeraltı kenti geçmiş kötü günlerin bir simgesi ve dersler barındırıyor. Şimdi bu iki ülkenin arasını bozacak bir güç de kalmadı. Zaten en önemli nokta da bu!