Atatürk'ün “Din Karşıtı!” Olduğunu Savunan...

Atatürk'ün “Din Karşıtı!” Olduğunu Savunan: İSLAMCILARIN, ULUSALCILARIN VE SAĞCILARIN KAYPAK AYARLARI VE ORTAK AMAÇLARI

Mustafa Kemal'in bize emanet ettiği bu Devleti, Cumhuriyeti… Akıl ve bilim dayanaklı, Kur’an ve Sünnet kaynaklı gerçek ve örnek bir İslam düşüncesini… Çağdaş medeniyet ufkunu da aşacak milli ve insani kalkınma modelini ve adil bir düzen idealini; doğru anlamak, uygun yorumlamak ve doyurucu bir konsensüsle mirasına sahip çıkmak yerine, O’nu gâh faşist ve despotik saplantıların, gâh Darwinist ve komünist safsataların öncüsü gibi gösterme çabaları, Atatürk'e ve Türkiye’ye yapılacak en büyük kötülük sayılmalıdır. Elbette O da bir insandır; düşünce ve devrimlerinde yanıldığı noktalar vardır. Aşırıya kaçtığı veya noksan bıraktığı durumlar olacaktır. İçinde bulunduğu zor şartlardaki, Siyonist ve emperyalist odakların çok yönlü kuşatmasını kırma çabaları sırasındaki kararlarında bazı hatalar yapması ve yanılması gayet doğaldır. Hatta bunların bir kısmının kendisi de farkına varmış, düzeltmeye çalışmış ve bu konuda samimi itiraflardan sakınmamıştır. Bu arada; bizi asıl ilgilendiren Atatürk’ün şahsi hayatı ve hataları değil; O’nun çok özel yetenekler ve özverili gayretlerle başarıp emanet bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve kurumları, hedeflediği ve ulaşmamızı vasiyet ettiği yüksek ufuklardır.

İşte Atatürk'ün; din ve imanla, ahlâk ve maneviyatla, Kur'an'a ve Resulüllah'a bakış açısıyla ilgili gerçek samimi ve hatta resmi görüşleri aşağıda sunulacaktır ve bunlar en sağlam kaynaklardan alınmıştır. Bunların tam aksine:

a) Ankara'da görev yapmış bazı büyükelçilerin… b) Bir vesileyle Atatürk’le görüşmüş yabancı gazetecilerin… c) Türkiye'de kalmış ve Atatürk’le tanışma imkânı yakalamış bazı diplomatların tuttuğu hatıra defterlerinin… d) Atatürk'ün kendilerine mektup yazdığı iddia edilen kişilerin bazı ifadelerinin… e) Veya Atatürk'le özel sohbetlerinde duyduklarını söyleyenlerin… Atatürk'ten imanla, İslam'la, Kur'an'la ve Resulüllah’la ilgili nakledilen ve aşağıda belirtilen görüşlerle çelişen beyanlarına itimat ve itibar edilmesi yanlıştır. Çünkü:

1- Bu yabancı ve çoğu Siyonist ve emperyalist kafalı kişilerin Atatürk'ü dinsiz gösterme çabaları sırıtmaktadır. 2- Hatıra defterlerinde ve günlüklerde tarih, gün ve hatta saatler bile kaydedilirken, Atatürk’le görüştüklerini söyleyen ve Dine aykırı ifadelerini nakleden yabancı diplomat ve gazetecilerin bu aktarımlarında; bırakın gün ve saatleri, hatta ayları ve yılları bile yazılmamıştır. Eğer yazılsaydı, o gün ve o saatte Atatürk'ün nerede bulunduğu saptanacak ve yalanları ortaya çıkacaktı. 3- Bu tür nakillerin; a) Yanlış anlaşılma, b) Noksan anlatılma, c) Kendi yorumunu katma, d) Gerçekleri kelime oyunlarıyla çarpıtma durumları yanında… e) Kendi hedefleri ve ideolojileri doğrultusunda bir Atatürk imajı oluşturma amaçları taşıdığı asla unutulmamalıdır.

Bu tür çarpıtma ve uydurmaları anlamak için şu soru anahtar konumundadır:

“Din düşmanı, İslam karşıtı ve maneviyat inkârcısı” bir Atatürk imajı kimlerin işine yarayacaktır? Bundan aziz milletimiz, ülkemiz ve devletimiz mi kârlı çıkacak... Yoksa dış güçlerle, onların sağcı, solcu ve İslamcı iş birlikçileri mi nemalanacaktır? En sağlam kaynaklardan alıntılarla aktardığımız bu inanç ve maneviyatla ilgili kanaatlerine aykırı olarak; hâşâ İslam’ı “Arap hurafesi”, Kur’an’ı “Muhammed düzmecesi”, Allah’ı ve maneviyatı “akıl ve bilimin reddettiği”, Dini “gericilik sebebi” sayan bir Atatürk; aşağıda paylaştığımız görüşlerinde münafıklık ve sahtekârlık mı yapmaktaydı? Kendi samimi düşüncelerini halkımıza anlatmaktan sakınacak kadar korkak ve kaypak bir insan mıydı? Hayatı boyunca riyakârlığa ve yaranmacılığa asla tenezzül etmemiş bir şahsiyeti, “İslam’ı bitirmek ve insanımızı dinsizleştirmek için çabalamakla” suçlamak nasıl bir iz’ansızlık ve insafsızlıktı. Lütfen dikkat buyurun! Hem İslamcıların en sivri takımı… Hem ulusalcıların en sinsi tabakası… Hem Batıcı sağcıların en keskin adamları… Evet hepsi birden niye acaba Atatürk’ü Dinsiz gösterme çabasındaydı?

İşte Atatürk’ün Din Anlayışı ve İslam’a Bakışı

"Din vardır ve elbette lâzımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz vardır. Malzemesi iyi ve sağlamdır; fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramıştır. Harçlar döküldükçe, yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş ve dikkate alınmamıştır. Aksine olarak birçok yabancı unsurlar karışmış, zoraki -tefsirler, hurafeler- binayı daha fazla hırpalamıştır. Bugün bu yıpranmış binaya dokunulmaz, (gerçek temelleri esas alınıp) tamir de yapılmazsa, zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üstünde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır."[1] diyen bir Atatürk’ü anlamayan ya ahmaktır ya da şeytanlık yapmaktadır.

Atatürk’ün; “Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.” tavsiye ve temennisine de uygun olarak: 1- Aklı selimi, 2- Müspet bilimi, 3- Tarihi deneyim ve birikimi, 4- Vicdani kanaati ve insani gereksinimi, 5- Dini ve ahlâki değerlerimizi esas alarak, temel insan haklarına ve evrensel hukuka uygun Milli ve Adil yeni bir Düzen programı hazırlayan Erbakan’dır. 1- İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın, 2- İslam Ortak Pazarı’nın, 3- İslam Ortak Dinarı’nın, 4- İslam Savunma Paktı’nın, 5- İslam Eğitim, Bilim, Kültür ve Teknoloji Kurumları’nın oluşturulması hem Atatürk’ün arzu ve amaçlarına uygun bulunmaktadır, hem de Türkiye’nin ağırlık ve saygınlık kazanmasına yol açacaktır. Yani, Türkiye onurlu bir tavırla hem mevcut ittifaklarını korumalı hem Rusya ve Çin gibi ülkelerle yeni irtibatlar kurmalı, hem de İslam ülkelerinin emperyalizmin kıskacından kurtulmalarına öncülük yapmalıdır. Bunları hayalcilik sanmak, kendi özümüze ve potansiyel gücümüze güven duymamaktır.

Mustafa Kemal’in “İslam Birliği” arzuları ve Doğu Perinçek’in çarpıtma çabaları!

“Mustafa Kemal Paşa, 24 Ocak 1920 günü Halep’teki Arap Milli Teşkilatı Riyaseti’ne bir ileti yollamışlardı. Aradan bir ay geçtikten sonra, Heyet-i Temsiliye adına Kolordu Kumandanlıklarına 23 Şubat 1920 günü yolladığı talimatın eklerinde, Arap örgütlerinin önerdikleri konfederasyon planının kabul edildiği vurgulanmıştı: “Suriye, Irak ve Türkiye bağımsızlıklarını kurtararak bir konfederasyon veya gelecekte kararlaştırılacak biçimde bir ilişki kurmak üzere birlikte hareket edeceklerdir.”[2] Atatürk, Meclis’in açılışının hemen ertesi günü, 24 Nisan 1920’de yaptığı tarihi konuşmada, Suriye ve Irak ile konfederasyon tasarımını bu kez Meclis kürsüsünden açıklamıştı: “Bizimle anlaşmanın veya ittifakın üstünde bir şekil ki federatif yahut konfederatif denilen şekillerden biriyle irtibat peyda edebiliriz.” buyurmuşlardı. Buraya kadar doğru saptamalar yapan Perinçek, bundan sonra saptırmalara başlamıştı.

“Mustafa Kemal Paşa, Konfederasyon/federasyon planının tarihsel zeminini dört maddede sıralamaktaydı: 1) Ortak geçmiş, 2) Dünya Savaşı dersleri, 3) Ortak cephe, 4) Ortak menfaatler: Türkler ile güney komşuları olan milletler arasında, iktisadi, siyasi, kültürel, her alanda ortak menfaatler bulunmaktadır.” diyen Doğu Perinçek, Atatürk'ün Suriye, Irak, (hatta İran, Afganistan ve Hindistan-Pakistan) ile asıl ortak paydamızın İSLAM olduğunu özellikle vurguladığını, her nedense yazmamıştı. Oysa Mustafa Kemal, TBMM'nin açılışından bir gün sonra (24 Nisan 1920'de) gizli olarak yapılan 4. oturumda tutulan zabıtlara göre; “Fakat bu İttihat (İslam Birliği), kuvvet (caydırıcı bir güç) teşkil edeceğinden, bütün alem-i İslam'ın manen olduğu gibi maddeten de müttefik ve müttehit olmasını, şüphesiz büyük bir memnuniyetle karşılarız…”…“Bugün dahi eşkâli zahiriyesi ne olursa olsun, gerek Iraklıların ve gerek Suriyelilerin, evet bu iki mıntıkadaki dindaşlarımızın kalpleri bizimle beraber atmaktadır...”

Bu tarihi gerçekleri gizleyen Perinçek, aslında Atatürk'ün bazı sözlerini ve girişimlerini istismar ederek, Türkiye'nin (Erdoğan Hükümetinin) de desteği ile Irak ve Suriye ile birlikte ülkemizi Rusya'nın himayesine sokma ve kendi sosyalist hayallerine kavuşma rüyasındaydı.


[1] KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1923-03). Fatih ÖZDEMİR Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 76. sayfa.

[2] Harp Tarihi Vesikalar Dergisi, sayı 15, Vesika No. 402

Önceki ve Sonraki Yazılar