Atilla Köprülüoğlu

Atilla Köprülüoğlu

"MAHUR"UN DENİZLER'İ…

Kağıt bir gemidir devrim/ Bütün gemiler/ Hurdaya çıksa da sonunda/ taşıdığı özgürlük şiiriyle/ Batmadan yüzer nicedir/ dünya sularında/ Kim bilir kaç yunus/ Kaç deniz gezmiş

(SUNAY AKIN)

fb-img-1620236947470.jpg

“Gencecik insanlardı. Türkiye’nin, dünyanın, ezilen halkların, işçi sınıfının derdini kendilerine dert edinmişlerdi.

Bedri Rahmi’nin Nâzım için dediği gibi, onlar da ‘Toprak kadar temiz/ Su gibi ay’dılar.

Her kötülükte, zulümde, cinayette olduğu gibi insanlığın içinizin cız ettiği anlardan biridir bu.

Şimdi, her yıl 

6 Mayıs’ı toplumsal vicdanımızın bir zamanlar ne kadar karanlık köşeleri olduğunu mu hatırlıyoruz acaba? Tarihimiz adına, ülkemiz adına, insanlık adına bir utanç duygusu mu yaşadığımız? Yoksa iyiliğin, yiğitliğin, devrimciliğin adanmışlığın ve temizliğin zorbalığa, ceberrutluğa, karanlığa karşı sonsuz kadar kazandığı bir zafer sevinci mi?” diye sorarak başlar Prof. Dr. Semih Çelenk , büyük emek ürünü

“Deniz  Bugüne Bakıyor…”kitabına.

1620327915987-20210505-164559.jpg

“Deniz Bugüne Bakıyor…”, “Denizlerin imgesini lekeleme, kirletme teşebbüsünü Deniz’in en yakınındaki insanların da desteği ve tanıklığıyla bertaraf etme, gerçek Deniz’i bir parça da olsa gençlere, yeni kuşağa tanıtma” misyonu üstlenmiş bir çalışma...

Deniz, kendisi gibi adanmış, yiğit, iyi bir kuşağın tamamını “isminde ve resminde” temsil edendir!

O, kısa bir hayatın içinde uzun bir devrim yolculuğuna çıkandır arkadaşlarıyla!

O, boş gecelerini değil, boylu boyunca ömrünü bu kavgaya veren yiğittir, cesaretini bir top çiçek gibi sunandır!

1620327903598-20210505-164502.jpg

Tarih 16 Mart 1971’tir.

Sivas Gemerek’te yakalanır Deniz. Ardından Ankara’ya, Demirel hükümetinin İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu’nun makamına götürülür.

Bakanla arasında yıllarca bir efsane olarak anlatılacak diyalog geçer. Deniz anlatıyor o diyalogu;

“Bakan çok keyifliydi. Ayaktaydı.

Odası sabahın sekizinde gazetecilerle doluydu.

Ben hep başımı dik tutmaya, canlı, dipdiri görünmeye çalışıyorum. Nasıl bitkinim oysa, ayaklarımı zor sürüyorum. Ayakta duracak gücüm kalmamış. Ama belli etmiyorum. ‘Geçmiş olsun’ dedi gülerek Bakan. Suratına baktım pis pis. Hiçbir karşılık vermedim. Gazetecilere döndü: ’Şu pejmürde kılıklı adam, Halk Kurtuluş Ordusu’nun kahramanıymış.' ‘Beğenemedin mi? Tabii kahramanıyım. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun savaşçısıyım’. ‘’Nereye gidiyordun?’. ‘Devrime’. 

Haritayı gösteriyor duvarda, Sivas’ı gösteriyor. ‘Buradan mı gidilir devrime?’.

’Senin kafan almaz böyle şeyleri. ‘’Türkiye’de bir tek ordu vardır, o da Türkiye Cumhuriyeti ordusudur’. 

‘Onun için Demirel ve senin gibiler hemen istifayı bastınız!’ Sinirlendi.

Üzerine bir adım attım. Geriledi. Şaşırdı. Dehşetli bir panik havası içinde, elini sallayarak ve kekeleyerek: “Gö-gö-götürün bunu’ dedi. Sürükleyerek çıkarılırken odadan ‘Göstereceğiz sana da, senin gibilere de, Amerikanın güvenilir köpekleri’ diye bağırdım çıkarken. Gazetecilerin yüzünde büyük bir şaşkınlık vardı.”

 

****

İşte asla 

“bir saatlik şövalye” olmamış Deniz!..

İşte Nâzım Baba’nın 

“Akın var Güneşe akın/ Güneşin zaptı yakın” 

“Sen yanmazsan ben yanmazsam/Karanlıklar nasıl çıkar aydınlığa” dizelerini dilinden düşürmeyen bir devrimci lider!..

 

****

6 Mayıs 1972 Cumartesi…

Attilâ İlhan,

Genel Yayın Müdürlüğü’nü yaptığı

Demokrat İzmir Gazetesi’nin Konak’taki binasına gitmek için Karşıyaka İskelesi’ne gelir.

Yaz-kış kolundaki şemsiyesi, başında simgeleşmiş şapkası ve bir elinde de kahverengi deri çantasıyla...

Vapurda her sabah birlikte yolculuk yaptığı gazetesinin muhabirlerinden

Okan Yüksel 

de vardır.

Gözleri kan çanağı gibidir.

Denizler’in idam haberini radyodan dinlediğini hıçkırıklara boğularak anlatır.

Ardından yazdığı şiiri “Mahur”u okur:

“Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız

O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız

Gitti dostlar, şölen bitti ne eski heyecan ne hız

Yalnız kederli yalnızlığımız da sıralı sırasız

O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız

Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı

Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı

Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı

Gittiler akşam olmadan ortalık karardı

O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız

Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra

Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara

Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara

Geceler uzar hazırlık sonbahara

O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız…”

 

****

Şiirdeki “müjgan”, Farsça’da “kirpik” anlamındadır.

“Edebiyatın Kaptanı” bu şiiri daha sonra bestelemesi için Ahmet Kaya’ya verir…

 

****

Nihat Behram’ın "Karşıyaka’nın üç gülü/ DENİZGÜLÜ, YUSUFGÜLÜ, HÜSEYİNGÜLÜ/ darağacında gömülü/ Karşıyaka’nın üç gülü/ GEZMİŞGÜLÜ, ASLANGÜLÜ, İNANGÜLÜ/ ölümdür kimileyin kavganın tek ödülü” dizelerindedir onlar.

Üç fidan... 

Deniz ile Aslan ve İnan!..

"Vatan onu parsel parsel satanların değil!..

Uğrunda darağacına gidenlerin vatanıdır diyerek,

gözlerini kırpmadan sehpaya; ölüme yürüdüler...

Bu gece sabaha karşı veda ettiler, "güneşe gömüldüler!.."

 

****

SON SÖZ YERİNE;

"Onlar pervane olup yandılar devrimin ışığında/ Köz olup, tutuşturdular/ Yüreklerimizi/Sabahın kızıl şafağında”

Onlar, "Mahur”un “Denizler"iydi...

Dostlar!

Bugün benim dilimde hep “Mahur”un dizeleri olacak!..

Bir yandan da Rodrigo’nun Gitar Konçertosunu dinleyeceğim, Üstat Paco de Lucia’dan!..

Önceki ve Sonraki Yazılar