BİR TUHAF ‘AKIL TUTULMASI’

Çok tuhaf bir süreçten geçiyoruz.

Yeni zamanlar”…

“Yeni dünya”…

“Yeni normallik”…

Adını siz koyun!

Ama adını ne koyarsanız koyun kesin olan bir gerçek var.

O da yadsınamayacak bir kitlenin yaşadığı ‘akıl tutulması’!

Bu kitle inatla bilimsel gerçeklerden uzak durmayı seçiyor.

Hiçbir konuya tarafsız bakma kabiliyetleri yok!

Eleştirel zekâları yalnız ‘öteki’ gördüklerine işliyor.

Her şeyi ilahi güçlere bağlama motivasyonları artık ürkütücü boyutlara ulaşmış durumda.

Aşırı dar görüşlü ve saldırgan bir tutumları var.

Savunmayı saldırı, hakareti haklı çıkma sanatı olarak görüyorlar.

Sabit bir duruşları yok…

Örneğin bugün AK dediklerine yarın KARA diyebiliyorlar.

Empati diye bir kavramdan haberdar olmadıkları için, akla gelebilecek her olaya ancak kendi küçük dünyalarından bakabiliyorlar.

Bugüne kadar hiç sevilmemiş gibi kötü;

Hiç yardım görmemiş gibi bencil;

Hiç sevmemiş gibi acımasızlar!

Ağızlarından ‘Allah’ı hiç düşürmüyorlar ama ‘yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi’ bir türlü beceremiyorlar!

Bunların isimlerinin önünde gazeteci, iletişim uzmanı, siyaset bilimci, danışman, hukukçu, imam gibi içi boşalmış titrler yer alıyor.

Ortak özellikleriyse cehalet!

Ama cahilliklerinin nedeni eğitimsizlik değil, kan donduran sığ zihinleri…

Her biri adeta cehaletin bir neferi olarak ortada geziyor.

Ve her nasılsa 21’inci yüzyılda ORTA ÇAĞ zihniyetini yaşamaya devam edebiliyor!

Şimdi ben birkaç örnek vereyim kararı siz verin!

Toprağın altında kaç çocuk yaşamını yitirdi belli değil…

Kuvvetle muhtemel sayıları binleri geçiyor.

Bizim orta çağ gazetecileri, kurtarılan çocuğa ‘meleklerin yardım ettiğini(!)’ söylüyor.

Her nasılsa beyni, ‘ölen diğer çocuklara meleklerin neden yardım etmediğine’ bir türlü basmıyor!

Her şeyi dine bağlayan bu zihniyet on binleri öldüren ihmali ‘kader’, enkazdan ‘kimsesiz’ çıkan çocuğu ‘mucize’ olarak görüyor!

Oturduğu yerden, seyirlik mucize hikayeleri yaratıyor!

***

Bir de hala orta çağda yaşadığını zanneden imamlar var…

Bu kez de evlatlık meselesine kafayı taktılar…

Tartışma ‘mahrem’, ‘süt anne’, ‘süt baba’ ekseninde şekilleniyor.

Anne tek koşul olarak sahiplendiği çocuğa kendi sütünü verirse, çocuk ona mahrem olmaktan çıkıyor.

Baba içinse çocuğun mahremiyeti muallak!

Burada daha fazla detay yazmaya yüreğim el vermiyor!

***

Gelelim kendisini aynı anda iletişim, siyaset, ilişki ‘ve daha bir sürü şey’ uzmanı olarak tanıtanlara…

Bunlar, lüks araba koltuklarından karşı cenaha ayar verme modasına tabii yaşıyor.

Bu cenahın sembol isimlerinden biri, utanmadan sıkılmadan on binlerin öldüğü deprem ve kurtarma sürecini ‘ev taşımaya’ benzetiyor.

Hataları eleştirenlere ‘siz evinizde ki ustayla uğraşamıyorsunuz, kolay mı bu işler’ ayarı veriyor.

Buna depremden kılı zarar görmeden,

Sevdiği kimseyi enkaza gömmeden,

Güvenli koltuğu üzerindeki ‘kaidesinden’ kanaat getiriyor!

Sonuç olarak…

Bu zihniyetin kollektif iş birliği ile deprem gibi bir afet ve onun yıkıcı sonuçları perdeleniyor.

Aslında başımıza gelenlerin takdir-i siyasi olduğunu onlar da biliyor.

Ama Takdir-i İlahi demek işlerine geliyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar