ÇİFT DÜŞÜN (DOUBLE THINKING) ve TÜRKİYE EKONOMİSİNDE YAŞANANLAR

Geçen hafta bazı TV ve basın yayın kuruluşlarında ekonomi danışmanlığı yaptıklarını söyleyen baş müşavirlerin yaptığı açıklamaları izleyince aklıma George Orwell’in o meşhur romanı, 1984 isimli romanı aklıma geldi. Bilindiği gibi, George Orwelİ’in 1984 adlı romanı Dünya Edebiyatının baş yapıtları arasında, bir yayınevinin tabiriyle “bütün zamanların kitabı”. 1945-1947 yıllarında yazılan roman bugünlerde tüm kitapçılarda satılmaya başladı, telif haklarında zamanaşımı nedeniyle, adeta romanın sahibi bütün dünya insanları oldu.  Romanda olaylar Okyanusya diye adlandırılan hayali bir ülkede bir parti çalışanı, Gerçek Bakanlığında çalışan Winston’un başından geçen ve gizlice tutulan güncelerinden oluşuyor. Okyanusya’da haber, eğlence ve eğitimle ilgilenen Gerçek Bakanlığının yanı başında bir de ekonomi işlerinden sorumlu Varlık Bakanlığı var. Her iki bakanlıkta aynı binada faaliyetlerini sürdürüyor.
Winston partinin medya bölümünde çalışıyor, parti propagandasında görevli. Kendisi olayların 1984 yılında geçtiğini düşünüyor, 1984 yılıyla iletişim kuruyor, yazdıkları gelecekte hayali bir ülkede yaşananlar. Yaşadığı dönemi yazamaz çünkü “yaşadığı dönemde yasalara ihtiyaç yoktur, çünkü ortada yasa diye bir şey yoktur.“  

 


Winston’un görevi, parti yararına olmak şartıyla gerçeklerin manipüle edilmesi, varsa geçmişe ait kayıtlarının silinmesi ve değiştirilmesi.  “Partinin öngörülerinin hep doğru çıktığını göstermek için istatistiklerin, tekmil kayıtların sürekli güncellenmesi yeterli değildir. Gerçekler, bunun tersini mi söylüyor, o zaman gerçekler değiştirilmelidir. Böylece tarih sürekli olarak tekrar yazılır. Çoğu zaman olduğu gibi, aynı olayın bir yıl içinde pek çok kez değiştirilmesi gerekirse de geçerlidir bu. Çünkü o anda, yani, gerçek yeniden oluşturulduğunda geçmiş artık bu yeni biçimdir, daha önce farklı bir geçmiş yaşanmıştır. Buna çift düşün “double thinking” denir. Çift düşün, insanın iki çelişkili inancı aynı anda bulundurabilmesi ve ikisini de kabullenebilmesi anlamına gelir, çift düşünceye sahip olunduğunda insan kendisini gerçeği çiğnemediğine inandırır. Bu işlem bilinçli bir şekilde yapılmalıdır, yoksa sahtelik ve suçluluk duygusu oluşabilir.”  (Sayfa 231-232)

 


Roman kahramanı Winston yapılanların yanlış olduğunun farkında olsa da görevinin gereklerini yapıyor, çünkü parti, çalışanların gözlerinin gördüklerine, kulaklarının duyduklarına inanmamasını söylüyor. Winston için akılsız ve mantıksız da olsa parti düşüncesinin savunulması gerekiyor. Uzun uzun romanı özetlemek istemiyorum, neredeyse her sayfası ibretlik anekdotlar ve cümlelerle dolu.

 


Sevgili okurlar, 
Şimdi gelelim bu romanda anlatılan hayali ülke Okyanusya ile Türkiye ekonomisinin ilişkisine.  Geçen hafta televizyonlarda baş müşavirleri dinleyince, anladık ki, ortada yanlış giden veya yanlış olan bir karar yok, tüm para ve maliye politikaları doğru. On beş gün önce görevden alma bir tür düşünce pratiği, beyin fırtınası, döviz, faiz, enflasyon üçgeninde yaşananlar hep bir spekülasyon ve algı.  İnanılmaz bir vurdumduymazlık mı denir bunlara, yoksa Winston örneğinde olduğu gibi mantıksızda olsa görevinin gereklerine uygun bir çift düşünce, romanda geçen haliyle “double thinking” pratiği, karşıt kavramlar bir arada kullanılarak kişinin bariz gerçeğe aykırı olanı kabul etmesi. Okyanusya’da olduğu gibi kişinin bağlılığını göstermesi için gerekirse akla aykırı olanı bile doğru bellemesi gerekir. 

 


TV’de spiker soruyor, “son dönemde herkes artan gıda fiyatlarından şikayetçi, vatandaşlar aynı ürüne her seferinde daha fazla para ödemekten dertli.” Konuşmacı “artan gıda fiyatları ülkedeki yaşanan enflasyondan kaynaklanmıyor, ciddi bir spekülasyon var” diyor ve ekliyor. “Tarımda ürettiğiniz ürünün markete gelene kadar 14 kat fiyatı artıyorsa bu çok önemli. Spekülasyonun önüne geçeceğiz.” Vatandaş olarak anlıyoruz ki, kamu-özel iş birliği projelerinin, yüksek geçiş ücretlerinin, fiyatı dolara endeksli gübre ve diğer maliyetlerin bunda bir payı yok, sorun zincir marketlerde, spekülasyon var, yüksek kar etme isteği var, bir de bazı algı oluşturanlar var!  Geçen yıl gıda fiyatlarının artmasının nedeni halcilerdi, bu yıl zincir marketler oldu, nedense birbiriyle tam tamına karşıt kararların ve uygulamaların bir etkisi yok! 
TÜİK’e göre yıllık enflasyon yüzde 16,5 üretici enflasyonu ise yüzde 30’ların üzerinde.  Bu gerçeğe rağmen, yani TUİK’in ÜFE’sine rağmen Mayıs ayından itibaren fiyatlar düşecekmiş. ENAGrup’un araştırmasına göre ise TÜFE yıllık yüzde 35’in üzerinde. 5 litrelik ayçiçek yağı 1 yılda 40 TL’den 75 TL’ye çıkmış, bir koli yumurtanın fiyatı sadece 6 ayda 12 liradan 26 liraya yükselmiş. Beyaz peynirin kilosu 20 liradan 35 liraya, 3,5 liralık paket sütün fiyatı 5,90 liraya çıkmış. İnanın bir yıl içinde fiyatı yüzde 20 artan bir tek gıda ürünü yok, ortalama yüzde 40-50 artış var. Ama, müşavirlere göre spekülasyon var, dahası da var, şükredin, en azından biz de tedarik sıkıntısı yok.  Diğer bir yetkiliye göre, 2020 yılında tarımsal üretimde Cumhuriyet tarihi rekoru kırılmış, her nedense bu gerçeklere rağmen biz de gıda fiyatları düşmüyor.  

 


Türk Lirası son 1 yılda dolar karşısında yaklaşık yüzde 26, sadece son iki haftada yüzde 15 değer kaybetti. Öğreniyoruz ki; “Aşırı değerli yerli para gelişmekte olan ülkelerin avantajına değil. Türkiye açısından çok yararlı değil. İhracatı, sattığımız malı düşünmemiz gerekiyor.”  Öyleyse sormayalım mı; madem değersiz para daha iyi, en son Mayıs-Ağustos 2020 arasında dövizi 6,85 lerde tutabilmek için neden rezervleri erittiniz, bıraksaydınız doları. Madem değersiz yerli para avantajlı, neden son 5 ayda TCMB faizi yüzde 19’a çıkarıldı?  Doğru, faizi artıran Naci Ağbal’dı, bugünlerde her gün kanal kanal gezip ‘vallahi de billahi de Nisan’da faizi indirmeyeceğiz, faiz enflasyon oranının altında olmayacak” diyen kim?  

 


G. Orwell tabiriyle, çift düşün, dün öyle bugün böyle, 2010 yılında, paradigma değişti, Dolar 1 TL olacak ve yine 2019 yılında “Dolar 5 TL olacak diyenler; çıkın bu milletten özür dileyin” diyen de, şimdilerde TL’nin değersizleşmesinin iyi bir şey olduğunu söyleyen de aynı şahıslar.  
Galiba burası Okyanusya diye bir ülke haline gelmiş. Devam ediyorlar. “Türk parasının değer kaybı vatandaşın müdahalesiyle bu hafta bir kısmı değerlenerek bir noktaya geldi., daha da değerlenecektir, yastık altındaki dövizlerinizi getirin çağrısı karşılık bulmuş” Sormak gerekiyor mu, acaba doların 8,40 olduğunu gören halk dolarını bozdurmuş olamaz mı, ya da 7,30 -7,60 arasında dolar alan ve 2-3 aydır zarar ettiğini düşünenler döviz satmış olamaz mı?  

 


Okyanusya’da kapatmanın yasak olduğu televizyon ekranlarında, radyolarda aralıksız olarak sanayi ve tarımda üretimin arttığı, düşmanların bozguna uğratıldığı, hastalıkların geriletildiği anlatılıyordu.  Dahası da vardı, Okyanusya ülkesinde, düşünmek yasaktı, bağlılık yeterliydi. 
Winston’un sonunda tükenmişlik hissi içerisinde anladığı gibi “Özgürlük köleliktir, cehalet ise güçtü”, çünkü “bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi Okyanusya’da yaşayan geniş halk yığınlarının yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu”.  


Temennimiz Türkiye halkının Okyanusya’da yaşayanları dinleyip onlar gibi olmaması.

Önceki ve Sonraki Yazılar