EVRENSEL HUKUKUN GELİŞ-E-MEME NEDENLERİ -3-

İnsan Kaynağı Nitelikleri: Hukuki anlamda insan dediğimizde, akıl ve muhakeme sahibi, hiç kimseden telkin, tavsiye, tehdit, yönlendirme almadan, korku ve gelecek endişesi taşımayan hür irade ve vicdan sahibi bir varlığı anlıyoruz. Bu niteliklere ve vasıflara sahip olması gereken insanın gelişiminde doğup büyüdüğü aile, arkadaş ve okul çevresi kadar, aynı zamanda zihinlere  yerleştirilen dini ve milli değerler, ülkenin milli gelir ve kalkınmışlık düzeyi, eğitim sistemi ve devlet düzeni etkilidir. 

Hukuk bilinci, bu değerler üzerinde değil, evrensel hukuk kurallarının insanın zihnine işlenmesiyle oluşur ve uygulamalarla gelişebilir. Hukuk manevi değerlerle veya kavramlarla sorgulama yapmaz, her türlü şüpheden uzak somut delillere göre hareket eder. Evrensel hukuk kuralları bu bilince sahip bireylerin varlığıyla ete kemiğe bürünebilir. İşte bu nedenle, bizim gibi fazlasıyla milli ve dini değerlerle yetişen bireylerden oluşan topraklarda hukuk bilinci oluş-a-maz, belki ara sıra ayrık otları gibi birkaç tane hukukçu çıkar ama çoğunluğun arasında görünmez, kaybolur gider ya da bir gün ayrık otlarını koparırlar. Çünkü, bu topraklar çok fazla sürülmüş, batıdan gelen sürmüş, doğudan gelen çiğnemiş geçmiş. Bu kadar tahribattan sonra toprak çoraklaşmış, gübre versen de fayda etmiyor, ara sıra birkaç yıl ürün veriyor, sonrası yine daha kötü oluyor.  Maalesef insan kaynağımız da böyle..

Gelin, bu ülkenin bireylerinin niteliklerine sadece birisine, korku ve gelecek  endişesine kısaca sorularla göz atalım. Bu ülkede kişiliğin oluşumunda korkular ve gelecek endişesi ne kadar etkilidir? Biraz daha açarsam, korku ve gelecek endişesinden kastım; bu ülkede zeki, çalışkan ve iyi bir eğitim aldıktan sonra hiçbir korku ve endişeye kapılmadan toplumun kaçta kaçı iyi bir yere geleceğinden, makul düzeyde bir gelire sahip olacağından ve rahat, konforlu bir hayat süreceğinden emindir? Üstüne üstlük bir de bu ülkede kamu kurumlarında görev alanlardan kaç kişi önüne gelen her olayda doğrulardan ve hukuktan yana tercih kullandığında geleceğinden emin olabilir, daha ötesinde başına bir iş geldiğinde hukuka, hukuk camiasına güvenebilir.  Hadi şu kabulü de önceden belirtelim, bunlar devlet düzeninin aksamadan işlemesi için bazen zaruri olabilir, ancak konu hukukun alanına girdiğinde, doğal hakimlik ve hakimlik teminatı kavramları yasal güvence altında iken hiçbir hukukçunun karar sürecinde korku ve gelecek endişesine kapılmaması gerekir değil mi? Hakimlik teminatı Anayasalarda ve yasalarımızda mevcuttur, güvence altındadır ama uygulamada acaba öyle mi?  Başımdan geçen çok sarsıcı bir olayla açıklamak isterim. 

Kamu kurumunda yöneticilik yaptığım bir ihale nedeniyle görevi kötüye kullanma ve ihaleye fesat karıştırma iddiasıyla yargılandım. İhaleyi kazanan firmanın iş ortağı işin yapımı esnasında  ortağı veya yüklenicisi ile sorunlar yaşamaya başlayınca ihalenin haksız ve hukuksuz bir şekilde ortağına verildiğini, ihale verilmemiş olsaydı kendisinin de bu işe girmeyeceğini ve zarara uğramayacağını iddia ediyordu. Şikayetçi firma ülkemizin bilinen önemli büyüklükte bir şirketiydi. Önce savcılıkta tam beş-altı saat  tüm bilgi ve belgelerle ifade verdim, olayı tüm yönleriyle anlattım, savcı bana aynen “Neden bu kadar etraflıca anlatıyorsun, beni ikna etmeye çalışıyorsun, bunları mahkemede de anlatırsın”, deyince, kendisine, “şayet ihaleye fesat karıştırma  söz konusu ise, yargılanmaktan çekinmem, ama ikna edici olmuşsa takipsizlik talep etmenin de hakkım olduğunu” söyledim. Bana aynen “Elbette hakkınız var, anlattıklarında da haklı olabilirsin, ama ortada bir büyük şirketin şikâyeti var, bilirkişi raporu var, mahkemeye sevk etmem gerekiyor” dedi. Neyse ki, telefon dinlemesi geçmişe dönük olarak yapılmadığından örgüt suçlaması olmadı, tutuksuz yargılandık.  Tam beş yıl yargılama oldu, bir üye hariç diğer mahkeme üyeleri  üç defa değişti. Her gelen başkana defalarca belgelerle anlattım. Olay o kadar açıktı ki, 2005 yılında yapılan bir ihalede 2008 yılında değişikliğe uğrayan  bir yasa hükmüne muhalefet etmek suçlaması vardı. Yani, bu sefer geçmişe yürüyen değil, gelecekte çıkacak olan bir yasa maddesine geçmişte muhalefet etmek. 2005 yılında yapılan bir ihaleyi 2008 yılından itibaren geçerli bir yasa hükmüne aykırı şekilde devam ettirmek. Öyle ki, dava açılmasına neden olan Bilirkişi Raporunu hazırlayan emekli Sayıştay Denetçilerini duruşmaya çağırıyorum, belki gerçeği görürler, anlarlar veya açıkca hukuka aykıra bu raporu hazırladıkları için utanırlar diye, bir türlü kabul edilmiyor. Akıl alır gibi değil, ama, ortada büyük bir şirket, emekli birkaç denetçiye yazdırılan rapor ve görevi mahkemeye sevk etmek olan bir savcılık var.

Yargılama süreci başladı, mahkemede iddia savcısının yerini bir başka savcı aldı. Yargılama sürecinde 2 defa savcı değişikliği oldu, her duruşmada mahkeme başlarken savcıya söz hakkı veriliyor, savcılar iki dakikada benzer ifadeleri tekrar ediyorlar. Bu dönemde 2 defa da mahkeme başkanı değişti, 3’üncü mahkeme başkanı da yeni atanmıştı. Dosyanın tekemmül ettiği, karar aşamasına geçileceği söylendi, avukatlara müvekkillerinden hükmün açıklanmasının geriye bırakılması talebiyle ilgili görüşlerini almaları istendi.  Bu nedenle, bir duruşma daha ertelendi.  Ben de bu esnada hakimlerden birisini ziyarete gittim, memnuniyetle karşıladı ve konuşmak istediğini söyledi. Kendisine ziyaret nedenimi anlattım, “yargılama sürecinin uzadığını belirterek gelecek duruşmada karar verilmesini bekliyoruz” dedim. Söyledikleri zihnimden hiç çıkmadı, çıkmayacak. Bu ülkede otuz yıllık bir hukukçunun çaresizliğini hissettim. Bağışlayın hepsini yazamıyorum. Şair ne güzel der “dili bağlı kalbimin bundan pek bizarım”.

Söyledikleri özetle şuydu “bu dava çok uzadı biliyorum, sizleri dikkatle dinledim, dosyayı okudum, (bu esnada dosyayı çıkardı, altını çizerek okuduğunu bana gösterdi) hem haliniz hem anlattıklarınız maddi gerçeği belli ediyor, gördüm, biliyorum, siz de bir kamu görevlisiniz, ancak bu ülkede hukukun içinde gördüklerim, yaşadıklarım, son dönemlerde çevreme, insanlara hukukçu olduğumu söyleyemez oldum, beni anlayacağınızı zannediyorum, bu davada iki defa başkan değişti, karar duruşması öncelerinde oldu bunlar, benim de altı ayım kaldı, emekli olup kendi halimle yaşamak istiyorum, yeni bir görev yerini kaldıracak halim yok (hayat hikayesini de uzunca anlattı), siz hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasını reddediyorsunuz, ama bana yardımcı olsanız, emekli olduktan sonra sizinle bir gün yine karşılaşmak, dertleşmek isterim.” Titrek bir ses tonu, konuşan dil değil, bir vicdandı. Odasından çıktım, birkaç saat kendime gelemedim. Hükmün açıklanmasının geriye bırakılması demek, suçun kabulüydü, ama kendim de çaresizdim, artık birey değildim, benimle beraber yargılanan kurul üyelerinin, diğer sanıkların hukukunu düşünme sorumluluğunu hissettim, nihayet bir sonraki duruşmada mahkeme heyetinin yüzüne bak-a-madan hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasını talep ettim. Sonra ne mi oldu, dava bir yıl sonra zaman aşımından zaten düştü.

Sevgili Dostlar;

Yaşadığım bir olay üzerinden bu ülkeyi, bu ülkenin insanlarının, hukukçu olmuş olmamış çok fazla fark etmiyor, zihin dünyasını anlatmaya çalıştım.  Buradan pek çok sonuçlar çıkarılabilir, ama ben bunları siz okurlara bırakmak isterim. İnanın, bu topraklarda pek çok bu tür olaylar yaşanıyor, herkesin kendi içinde haklı olduğu, başkasının da kabul etmesini istediği gerçekler.

Çok uzadı, biliyorum, son sözüm “Coğrafya kaderdir”. Bizler geldik gidiyoruz, samimi kanaatim o ki; bu topraklarda çocuklarımızın ve torunlarımızın dahi kaderi değişmeyecek. Yine de olmayacak ama kısmen de olsa olur diye çözüm yollarını yazmaya devam edeceğiz, tarihe kayıt olsun diye.

Önceki ve Sonraki Yazılar