PANDEMİ DÖNEMİ DIŞ ve İÇ KAYNAK İMKANLARI

Bir önceki yazıda Kovid 19 salgını nedeniyle özellikle dar gelirli kesim için yeterli kaynak sağlanamadığı üzerinde durmuştuk.  Bu bağlamda iç ve dış kaynak imkanlarının var olduğunu, para basma, TCMB ve yedek akçe haricinde kaynak oluşturmanın mümkün olduğunu, bazı önyargılar ve iktidarın tercihleri nedeniyle söz konusu kaynakları hiç düşünmediğini ifade etmiştik. Neydi bunlar? 
Sevgili dostlar;
Bugün sizlere iki ayrı; birisi dışarıdan diğeri içeriden iki kaynak açıklamak istiyorum. Bu vesileyle şu sorulabilir, bunları yazmak için geç kalmadınız mı?  Evet, haklısınız, ancak ben bunları salgının başında daha önce bir başka basın yayın kuruluşunda, herkese açık e gazetemde yazmıştım. (Bazı ekonomistler de köşelerinde benzer hususları dile getirmişti) Şimdi Yurt Gazetesi okuyucuları için güncelleyerek tekrar yazmak istiyorum. İstenmesi halinde halen iç kaynak halen duruyor, dış kaynak için artık çok geç. Dış kaynağı yazmamın nedeni önyargılarımızın nelere mal olduğunu gösterebilmek. 
DIŞ KAYNAK.
Uluslararası Para Fonu, IMF, Hızlı Finansman Enstrümanı programı kapsamında önce 1 trilyon USD, daha sonra ise 3 trilyon USD’ye kadar gidebilecek bir paket açıklamıştı. Bu program kapsamında kullanılabilecek mali yardım herhangi bir Stand By düzenlemesine tabi bulunmuyor. Ödemeler dengesi veya Covid 19 salgınının neden olduğu sorunları çözmek amacıyla isteyen ülkelere veriliyordu. 
Bu mali yardım oldukça uygun koşullarda; yıllık faiz yüzde 1,5 civarında ve 3-5 yıl vadeliydi.  Bu programa başvuru yapan ülkeler, IMF nezdindeki kotalarının yüzde 150’sine kadar yararlanma imkânı vardı. 
Türkiye için bu takam 4.650 SDR, yani 6.340 milyon USD’ lik bir kota. Diğer bir ifadeyle, Türkiye isterse bu miktarın %150’si kadar yani yaklaşık 9,5 milyar USD kaynak kullanabilirdi.  Bir önceki yazıda belirttiğimiz Aile ve Çalışma Bakanlığı’nın açıkladığı toplam 7 milyar dolardan fazla değil mi? 
Şimdi soru şu; bu tür mali yardımın kullanılmasına Türkiye neden başvurmaz. Aklım almıyor. Biz, IMF’nin kurucu ortaklarından birisi değil miyiz? 
2003 de mevcut hükümet, 2001 yılında bir önceki dönemde IMF ile imzalanan Stand By anlaşmasını başarıyla uygulamadı mı? Dahası da var, hükümet, 2007 yılında mevcut anlaşmayı uzatmadı mı?    
Kanaatim o ki, önyargılarımız ve siyasi tercihler bu türden bir mali imkânı kullanmaya engel oldu. Önyargılar şunlar; IMF’den yardım istediler, daha önce alınan IMF’den borcu bitirmiştik söylemi ne olacaktı, IMF siyaseten bize bir şeyleri dayatır, taviz ister, bizi denetlemeye kalkar türünden bağışlayın ama hiçbir tutarlı yanı olmayan önyargılar.  
Türkiye 16-17 defa IMF ile standy anlaşması imzalamadı mı, bu anlaşmalarda siyaseten bir dayatma gördünüz mü, bu anlaşmanın bir tarafında Başbakan ve TCMB Başkanının imzası gerekmiyor mu? Bugüne kadar Standby anlaşmalarını imzalayan siyasi ve teknisyen kişiler aptal mı, satılık mı? IMF Executive Organında sizin atadığınız bir yetkiliniz diğer uzman teknisyenlerle beraber IMF Merkezinde görev yapmıyorlar mı, anlaşmaları okumuyorlar mı, eklerini incelemiyorlar mı?  
Dahası 2003 de daha önceki hükümetin imzaladığı anlaşmayı neden iptal etmediniz, hatta 2007 de bir daha neden uzattınız?   Soruları çoğaltabilirsiniz.  Ah,  şu ön kabuller, hatta komplekslerimiz yok mu, doğrular değil, tercihlerimiz doğruların önüne geçmiyor mu? Salgın döneminde 2020 ve 2021 de 2-3 defa yüzde 6,5 faizle toplamda 9-10 milyar dolar yurt dışı tahvil ihracının mantığını bana açıklar mısınız?  
Şahsen ben 14 yıl Hazine Müsteşarlığında Dış Borçlar Şubesinde, zaman zaman IMF programı çalışmalarında bulundum, bu türden bir metin ne gördüm, ne de duydum. IMF sizden imzaladığınız anlaşmaya sadık kalmanızı ister, harcamalarınızı denetler, yerinde fatura ister, kullananlarla görüşür, sorgular, inceler, raporlar, şeffaflık bekler, hepsi bu.. Bu noktada zihnime şu da gelmiyor değil, sürekli bir üst akıl deniyor ya, belki de üstümüzde yeni bir mali üst akıl istenmiyordur.
İÇKAYNAK;
Son yıllarda kamu özel iş birliği adı altında havaalanı, şehir hastaneleri, otoyol ve köprüler yapıldı. 1990’lı yıllarda enerji sektöründeki Yap İşlet, Yap İşlet Devret uygulamalarına benzer, Hazine alım garantili, hizmet veya geçiş vb. garantili projeler. 
Yap İşlet Devret (YİD); Osman Gazi, Yavuz Selim Köprüsü, Avrasya Tüneli’nde ve Havalimanlarında olduğu üzere ihale şartnamesinde öngörülen araç veya yolcu sayısına ulaşılamayınca aradaki farkın firmalara ödendiği. 
Yap Kirala Devret (YKD); Şehir Hastanelerinde Hazine arazisi üzerinde özel sektöre hastane yaptırılıyor, öngörülen hasta sayısına ulaşılamayınca aradaki fark ihale verilen firmaların hesabına Hazine tarafından ödeniyor. 
Bu projelerin toplam maliyetleri ve garanti edilen miktarların toplamı ticari sır gerekçesiyle bir türlü açıklanmıyor. Ancak, her yıl bütçeye konan ödemeler rakamından bu tür projelerin varlık değerinin toplamda 100-120 milyar USD olduğunu söyleyebiliriz. Bu rakamın 140-150 milyar USD olduğunu söyleyenlerde var.  
Sevgili okurlar, ileride bu tür projeleri yeniden gündeme alacağımızı ve gerçekte ne olup bittiğini anlatacağımızı şimdilik belirtmekle yetinelim. Bu aşamada, buradan yeni bir gelir kaynağı üretebiliriz miyiz, bunu açıklamak isterim. 
Önerimiz şu; gelin bu projelere halkımızı ortak edelim. Toplam 100 milyar USD’nin %10-15 ini halka açalım.  20 yıllık gelir garantisinden halkımızda nasiplensin. Nasıl mı?
Sermaye Piyasası veya BİST yoluyla bu projelerin %15 hissesini, halka arz edelim.  Gelir garantisini halkımıza satalım, yani projeyi yapan, işleten müteahhit, kamu, ortaklar, halk herkes hissesi oranında gelire ortak olsun.  
Her yıl ihtiyaç hasıl olduğunda, yani garanti edilen araç sayısı, yolcu sayısı veya hasta sayısı yetersiz geldiğinde Hazine’den sahiplerine garanti ödemeleri yapılmıyor mu?  2020 bütçesinde bu tür projelerin gelir garantisi için yaklaşık 19 milyar ödendi, 2021 Bütçesinde ise 31 milyar TL ödeme öngörülüyor.  
Madem bugün mili dayanışmaya ihtiyaç var, IMF ve diğer dış güçlere başımızı eğmeyeceğiz.  Gelin bu projelere halkımızı ortak edelim. Toplam 100 milyar USD’nin %15 ini halka açalım.  20 yıllık gelir garantisinden halkımızda nasiplensin.  
İşte 2 ayrı kaynak; içinde ne para basmak var, ne de yeni vergiler, kısıntılar ne de yüksek faizlerle dışarıdan veya içeriden kredi kullanmak var. Toplamda 25 milyar USD’lik bir kaynak, bugüne kadar verilen nakit ödemelerin kat kat üstünde..
Bu kaynak, hem işçiye, hem esnafa hem de üreticiye yetecek bir nefes olurdu, üretim tedarik zinciri, esnaf, tüccar çarkı dönmeye devam ederdi. Ancak, ön yargılarımız ve içeride siyasi tercihlerimiz nedeniyle maalesef kullanmadık, kullanmaya düşünmedik.

Önceki ve Sonraki Yazılar