Dağhan Dönmez

Dağhan Dönmez

KARANLIĞA MEKTUPLAR, 8

Site, dilimize Fransızcadan sökün eden bir kelime. Kent anlamı taşıyor. Latince kökleri, “civitas”a kadar uzanıyor. Yurttaş manasında. Gündelik dilde kullanımı ise, konutların onlarcasının bir araya gelmesinden dolayı toplu konut adı verilen, meskun alan.

Geçtiğimiz günlerde, siyasetin tepe noktasından; bilhassa İstanbul’da yoğunlaşan sitelere karşı bir eleştiri yükseldi. Site yaşamının kültürümüzle uyuşmadığı, eleştirinin odağıydı. Sosyolojinin kodlarıyla durumu anlamaya çalışırsak, -her ne kadar söylem sahiplerinin, İstanbul’daki bu yapılaşmanın mimarı olması bakımından çelişik bir durum olsa da- eleştirinin kendisinde çelişkili bir durum yok. Zira, Durkheim’a uzandığımızda, şunu görmek çok mümkün ki; mekanik yaşam ve organik yaşam ayrımında, siteler bireysel kültürü destekler bir yapıyı dayatıyor ve organik yani toplulukların değil her biri özerkleşmiş fertlerden oluşan toplumun dekoru oluyor.

İşin ilginç yanı ise, bu eleştiriye kendisini kentli ya da laik olarak tanımlayan kesimlerden de “günaydın, daha önce nerelerdeydiniz?” kabilinden bir hak veriş. Peki, mahallenin aksine kentli yaşamını temsil eden sitelere itirazın kentli kesimlerden tarafından da yapılmasının altında; ne gibi bir mantık olabilir?

Bunları düşünürken, hatırıma Fernando Meirelles’in yönetmenliğini yaptığı 2002 yapımı Tanrı Kent (City of God) filmi geliyor. Film, 1960’larda inşa edilmiş ve 80’lerin başında Rio De Janeiro’nun en tehlikeli mahallelerinden birine dönüşmüş, sosyal konutlardan oluşan “Tanrıkent”te organize suçun öyküsünü anlatıyor.

Olayların Rio De Janeiro’da geçmesi tesadüfi değil. Zira kent, zenginlerin toplaştığı sitelerle, onların; adeta görünmez hudut çizgileriyle ayrıldığı varoşların/gettoların bir arada olduğu bir atmosfere sahip. Buradaki olay örgüsü, yüzeyde suçla ilintili olsa da, toplu konutlar ve gettolar arasında ekonomik/sosyal uçurum arttıkça gettoların suça yönelmesi ve nihayetinde tasfiye edilmesini konu ediniyor.

Muhafazakar iktidarlar, gücünü büyük ölçüde gettolardan alır. Dolayısıyla, siyasetin tepe noktasından yükselen eleştiriyi bu zemine oturtmak olası. Zira sitelerdeki artış, gettoların tasfiye edilmesinin yolunu açan bir gelişme. Tıpkı Tanrıkent filmindeki gibi...

Peki ama, kentli/laik kesim niye konutlaşmaya itiraz ediyor?

Lafı uzatmadan söyleyeyim: Çünkü onlarda başka bir mahallenin hayali içinde... Beyoğlu’na takım elbiseyle çıkılan, herkesin birbirini selamladığı, Münir Özkul’ların, Adile Naşit’lerin mahallesi... Bir tarafıyla gelenekçi ancak akşam geldi mi, meyhaneye de çıkılabilen... Kadınların sosyal hayatın içinde olduğu... Belki de karşı karşıya gelen site/mahalle kavramları üzerinden mimari değil; bu iki mahallenin ruhudur ne dersiniz?

Unutmadan, bizim edebiyatımızda da mahallelerindeki tek katlı evden, apartmana taşınan yaşlı çifti konu edinen harika bir oyun metni vardır. Muzaffer İzgü’nün kaleme aldığı, “Emekli Ali Bey...” Mutlaka tavsiye ederim sevgili okur!

Önceki ve Sonraki Yazılar