Ebru Coşkun
Çemberin sesi
İçini kemiren ama dilinden dökülemeyen ne varsa şekillere dök...
Doldur çemberin içini!
İstersen bir damla göz yaşı ile, istersen kocaman bir gül ile ya da bulutlar çiz yolunu kaybetmiş... Mesela bir ağaç yap, üstünde adın yazılı...
Cin Ali ve Cin Oya top oynasın çemberin içinde!
Hiç önemli değil, çizdiğin ördek varsın file benzesin!
Çünkü çember senin içinde ve sen çemberin içindesin...
Yani, çember sensin...
İşte, benim "mandala" tanımım...
Bir süredir pek moda bu "mandala çizmek ya da boyamak" dedikleri şey! Hatta her şeyin kolayına kaçan biz insangiller bunun da hazır lokmasını bulmuşuz! Kitapçılarda rahatlıkla mandala boyama kitapları bulabilirsiniz. Artık inançlarımızı bile modelleyip, hazır kalıpları önümüze koyuyorlar ki biz üretmeyelim! Düşünmeyelim, yaratmayalım, sağ beynimiz ölüp gitsin ki ne derlerse yapalım!
Oysa mandala öyle güzel ve derin bir felsefe ki!
Öyle güzel bir sanat ki!
Öyle güzel bir meditasyon ki, bilinçaltımızda biz farketmeden hayatımızı yöneten yaramaz pönçürükleri keşfetmemizi de sağlıyor. İnanmazsanız Gustav Jung'a sorun! Adam, analitik psikolojinin kurucusu, hastalarına mandala terapileri yapmış ise vardır bir bildiği!
Geometri kullanarak ya da serbest çizimlerle merkezden başlayarak dışa doğru çalışılıyor bu sihirli çember; Tıpkı varoluş gibi...
Neyse kendimi de sizi de fazla sıkmadan demem o ki;
Yaşam dediğimiz şey, içimizdeki gürültülü kalabalık ile dışımızdaki gürültülü kalabalık arasında devinip durmaksa eğer; tüm bu gürültüyü ve kalabalığı susturup kendi sonsuzluğumuzda bir mola vermek hakkımız değil mi?
Benim seçimim çemberin sesini dinlemekten yana!
Çünkü çember, dünya...
Sizide kendine böylesine aşık edecek bir uğraş vardır elbet...
Yeter ki üretmek ve yaratmak isteyin!
Ve de düşünmek...