Vallahi...

Biz insanlar bir acayibiz arkadaş! Bilinçsizce bilinçliyiz! Allah bize akıl verirken aklı nerdeydi acaba diyesim geliyor ve "ne yalan söyleyim" bir ben var benden öte dehşet içinde mekanizmayı keşfettikçe!
Mesela...
Bugün ki takıntım yalan; çünkü bu kadar tu kaka edilen ve başta din olmak üzere toplum bilimlerince dışlandığı var sanılan bir kavramın ya da davranışın bir o kadar hayatımızın her yerinde ve anında olması dikkatimi cezbediyor!
Bunu deşmeliyim dedim ve bakın neler öğrendim;
Bir kere, hepimiz yalan söylüyoruz ama "yalancılardan" şikâyet ediyoruz! Üstelik hiç kimse "Ay ben ne güzel yalan söyledim!" demiyor! Yani aslında yalan söyleyen de huzursuz! Ya da o kadar inanıyor ki söylediğine farkında bile değil yalan olduğunun!
Yalan söylenen dersen, şiddeti değişik olsa da kırgın ve öfkeli!
"Salak mıyım lan ben?" tavrı içinde ama başka bir yerde o da başka yalanlar söylüyor illaki!
Yani ortalık çok karışık...
Doğada böyle mi?
Siz hiç yalan söyleyen bir kaplumbağa gördünüz mü?
"Abi, bi koştum bi koştumm..."
"Yalaaaann!"
"Vallaahiiii!"
Aslında bu bizle birlikte doğan bir özellik değil! Örneğin öfke bünyemizde var ve bir savunma mekanizması aslında! Fakat "yalan" bünyeye sonradan eklenen "edinilmiş" bir davranış ya da alışkanlık! (Alışkanlık olarak kabul etmek de dehşet verici tabiki)
Yalan reddedilse de var!
Peki, neden var?
Çocuk yalanı bilmez, bu da gösterir ki bir noktadan sonra yalan söylemeyi öğreniyoruz!
Çocukluktan başlayıp yalana itiliyoruz aslında ve bir kere tadına vardıktan sonra yaşam boyunca değişik sebep ve şekillerde kullanıyoruz...
Hayal dünyası sınırsız beş-altı yaşında bir çocuğa "Sütü neden döktün?" diye bağıran bir anneye "Ben dökmedim, kedi döktü!" diyerek dayaktan ya da aşağılanmaktan korkan çocukla;
"Kaza yaptım, geç kaldım!"
"Hastaydım, evden çıkamadım"
"Hayatımın tek anlamı sensin!"… gibi yalanlar söyleyen yetişkinler aynı ruh hali içindeler.
Bazen de bir kişinin ya da ilişkinin menfaati için durumu geçiştirmek adına söylediğimiz yalanlar var ki kendini bilen insan sonrasında bu durumun verdiği zararın farkında olarak ortam sakinleştiğinde telafi yoluna gidiyor ve ortalığı düzeltmeye çalışıyor (burda da niyet konusu devreye giriyor)...
Kültürü yabana atmayayım! Öyle bir kültürde yaşıyoruz ki yalanı sınıflandırmışız, adlandırmışız, renklendirmişiz! Hatta zekâ ile yalan arasında dostluk kurmuşuz! Yalan pembe olursa ya da adı abartma olursa ya da yakınlarına değil de yabancıya söylenirse çok da kötü değildir gibi bir algımız bile var...
Konu o kadar geniş ve derin ki bu yazı bitmez bu gidişle...
Ama şunu da bilelim;
Korkunun olmadığı yerde kişinin özgürlüğüne saygı duyulan ortamlarda yalan azalmaya başlıyor...
Aşağılamanın, alay etmenin, dışlamanın olmadığı yerlerde yalan azalmaya başlıyor...
Söylediğin yalanın ve getireceği sonuçların farkına varırsan yalan azalmaya başlıyor...
Etrafında seni sen olduğun için ve her şeye rağmen seven insanların varsa yalan azalıyor.
Cesur, akıllı, yaratıcı ve üretken insan yalanın kendisini ve çevresindekileri öldürdüğünü bilir...
Çünkü güven duyulan birisi olmak en büyük zenginliktir...
Lafın özü;
Yalanın yükü çok ağır... İki omzumuzda iki koca çuval ve sebebini bile bilmediğimiz o iç ezikliği... Huzursuzluk... Asabiyet... Uykusuz gecelerin sebeplerinden birisi... Bilmediğimiz daha neler neler...
Üstelik hayat yalan söyleyen ile söyleneni bir noktada karşı karşıya getirir illaki ve kendimizi bu sahnede düşündüğümüzde hangi tarafta olursak olalım ne kadar da kötü hissediyoruz değil mi?
Mevzu derin... İç huzurunuz için araştırın derim!


Önceki ve Sonraki Yazılar