Sermaye bile tarım kooperatiflerini savunuyor!

Hafta içinde Türkiye’nin en büyük market zincirlerinden biri olan Migros’un uzun yıllardır genel müdürlüğünü yapan Özgür Tort’un açıklamalarını okuyunca şaşırdım. Özgür Tort, Koç Grubu’ndan bu yana birkaç kez el değiştirmesine karşın Migros’u başarıyla yöneten bir isim. “İyi tarım” adlı uygulamasıyla da “nispeten” ilaçlardan arındırılmış sebze-meyve yememize ön ayak olduğu için de benim gibi birçok insanı müşterisi yaptı. Özgür Tort, Gıda Perakendecileri Derneği’nin 10 Ekim’de düzenlediği “Gıda Enflasyonuna Farklı Bakış Açıları ve Tedbirler” konulu panelde, bir konuşma yapmış. Konuşmasında, gıda enflasyonunda dengenin sağlanması ve maliyetlerin düşürülmesi için üreticinin desteklenmesi, üretim ve paketlemede standartların sağlanması, güçlü bir lojistik sisteminin kurulmasının önemli olduğuna dikkat çekmiş, orta ve uzun vadede kooperatiflerin çoğalarak büyük, güçlü ve kurumsal yapılar haline gelmesi gerektiğini söylemiş.

Yaz aylarında çiftçinin nasıl tüccarların oyuncağı haline getirildiğini, bahçede kilosunu 8-10 kuruşa aldıkları kayısıyı, fındığı, kirazı yüzde 1000 karla sattıklarını yazmış, hükümetin çiftçinin hakkını korumak, ülkede tarımın tarih olmaması için kooperatiflere öncelik vermesi gerektiğini yazmıştım.

Özgür Tort’un açıklamalarında şaşıracak ne var diyeceksiniz, aklın yolu bir, kooperatifçilik önemli diyeceksiniz, haklısınız…

Bu öneri Türkiye’deki kooperatifleri istemeyip, “serbest piyasa”, “liberalizm” diyen kesimden duymak şaşırtıcı.

Kooperatif serbest piyasanın düşmanı mı?

Türkiye’de kooperatifçiliğin çok eski bir tarihi var, loncalara dayanan kooperatifçiliğin ilk çağdaş uygulaması, 1863 yılında devlet eliyle kurulan “memleket sandıkları” ile başladı. Cumhuriyet’le birlikte de özellikle Atatürk’ün yönlendirmesiyle çok sayıda kooperatif kurularak çağdaş tarım yapılmaya başlandı. Taa ki, Adnan Menderes dönemine kadar… Serbest piyasanın taçlandırıldığı “her mahallede bir milyoner yaratma” döneminin başladığı bu süreçle kooperatifler, hükümetlerin arpalığı haline getirildi.

Tarım kooperatiflerinin önemine en çok vurgu yapan isim, Bülent Ecevit’ti. Ecevit’in baş- kanlığını yaptığı CHP’nin 1973 yılı seçim bildirgesinde, “CHP ‘Geniş halk topluluklarını yoksullaştırmak ve sömürmek yoluyla sermaye birikimini hızlandırma ve tekelci sermaye gruplarının elinde yoğunlaştırma amacını güden bu çağdışı ekonomi anlayışı’ yerine kalkınma modeli olarak, köylü kooperatiflerinin, sosyal gü- venlik ve yardımlaşma kurumlarının, sendikaların, yurtdışındaki işçi ortaklıklarının ve benzeri halk ortaklıklarının girişimlerinden olu- şan sektör” öneriyordu.

Ancak işte o Ecevit, (tek nedeni değil elbette) 1979 yılında TÜSİAD’ın art arda yayımladığı gazete ilanlarının ardından istifa etti. Migros’un sahibinin de şu anda TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı olan Tuncay Özilhan olduğunu ekleyelim…

Uzun yıllardır yani 1950’lerden bu yana kooperatifleri, üretici sendikalarını savunanları- nın “komünist, solcu” olarak etiketlendirildiği günlerden bugüne geldik. Et Balık Kurumu’nu kapatıp arazilerine gökdelen dikildiği (Bu arada Ankara’daki Et Balık Kurumu arazisinin üzerinde Migros olduğunu da not düşelim), SEK’in özelleştirildiğini, Pankobirlik’in adının sürekli adliyelerle anıldığı, Tariş’in parçalara ayrılarak iş- levsizleştirildiği günlerden bu noktaya ulaşmak sevindirici mi bilemedim.

Bugün Avrupa’da Konya büyüklüğünde ülkelerin bile, tarım ve hayvancılıkta dünyada ilk sı- ralarda yer almalarının nedeni, çok güçlü kooperatiflere sahip olmaları. Kooperatifi nereden mi öğrendiler? 19’uncu yüzyılın başında İç Anadolu’da incelemeler yaparak ülkesine dönüp kooperatifçiliği başlatan ve Avrupa’da modern kooperatifçiliğin kurucusu olarak bilinen İngiliz Michael Sandown’dan. Yani yine bizim toprağı- mızdan, kültürümüzden…

Önceki ve Sonraki Yazılar