BU GİDİŞ ÇOK TEHLİKELİ!

Bu ülkede yaşayan herhangi bir yurttaşımıza sadece “Bu gidiş çok tehlikeli!” desek ve neyi kast ettiğimizi sorsak, herkesin söyleyecek en az bir sözü olur diye düşünüyorum. Malum milletçe her konuda fikir sahibi olma meziyetimizden olsa gerek, birçok kişi alır sazı eline anlattıkça anlatır.   
Ülke gündemini kenarından da olsa takip eden, herhangi bir siyasi görüşün tarafı olan yahut olmayıp da sadece cüzdanı boş kalan, üretemeyen, iş bulamayan, aç yatan pek çok kişinin kendince verecek çokça cevabı vardır. Hali vakti yerinde olup mevcut düzenden de memnun olanlar ise hiç değilse küresel baş belamız coronavirüsü işaret eder şüphesiz. Aşı krizi, yasaklar, tedbirler, yapılacaklar ve yapılmayanlar, lebalep kongreler üzerinden salgın hakkında sayfalarca yazılıp, saatlerce konuşulabilir. Doğrudur da; söz konusu sağlık olunca hiçbir şey onu tehdit eden kadar tehlikeli olamaz ancak bana sorarsanız ülkemizde gidişatı tehlikeli olan başkaca konu çoktur. 

Misal; ekonomik kaygılar artık salgının önüne geçmiştir. Memurun, emeklinin ve emekçinin maaşı uzun yıllardır enflasyonun altında kalırken, başta işsizlik nedeniyle yoksulluğun arttığı bu pandemi sürecinde milyonlarca yurttaş icra kıskacına yakalanmıştır. Sadece son birkaç günün ekonomi manşetlerine bile baksanız, nefesinizin daralmaması mümkün değil. Başlıklar; ard arda “ Vatandaş borcu borçla kapatıyor”, “İcra dosyaları 22 milyonu aştı”, “Millet pazar bitince ezilmiş çürük artıkları topluyor!” ve daha niceleri şeklinde sıralanıyor. İşte bu yüzden bu gidiş tehlikelidir!

Son dönemin en hararetli tartışmalarının başrolünde ise sözleşmeler var. İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin yankıları bitmeden bir başkası aldı yerini. “Montrö Sözleşmesi” ve onu takip eden “Amiraller Bildirisi”. Yazımın başında belirttiğim gibi her konuda fikir sahibi olma meziyetimizden olsa gerek bu iki başlık üzerinden herkes çalıp oynarken işte tam da burada pek çok tehlike baş gösteriyor. 
TBMM Başkanı Mustafa Şentop'un bir televizyon programında Montrö’nün Cumhurbaşkanı’nca feshedilip edilemeyeceğine yönelik soruya “Teknik olarak evet” yanıtını vermesi üzerine kendisine pek çok eleştiri yöneltildi; yazıldı; çizildi. Herkes Montrö’nün öneminden, böylesi bir fikrin kime hizmet edeceğinden, tartışmaya dahi açılmasının doğuracağı sonuçlardan bahsetti durdu. Hepsi de doğruydu ama birkaç isim dışında kimse de kendisine “Anayasa’mıza göre Cumhurbaşkanı’nın teknik olarak bile böyle bir yetkisi bulunmadığını, Meclis’e bağlı olan sözleşmelerin ancak Meclis'in kararı ve çıkaracağı kanunu ile feshedilebileceğini, Cumhurbaşkanı kararıyla yapılan bir feshin yetki aşımı ve TBMM'nin işlevine müdahale olacağını” söylemedi. 
Demek istediğim; doğru laf doğru muhatabına üslubuyla söylenmiyor, yerini “ Sen kimsin hadsiz” ve benzeri cümlelere bırakıyorsa bu, en az Şentop’un temsil ettiği kurumun yetkisini hiçe sayması kadar tehlikelidir.
Amiraller Bildirisi, günlerdir konuşuluyor; daha da konuşulacak gibi. Hükümet kanadından gelen eleştirilerin en hafifi,  bildirinin “Art niyetli” olarak değerlendirilmesi oldu. Açıklamaya imza atan emekli subaylar, “FETÖ’cü” imasıyla ve vesayet özlemiyle tutuşmakla itham edildi; sabahın köründe evlerine paldır küldür polis baskınları yapıldı. 
Geçmiş tecrübelerden ötürü, bildirinin kanımca en fazla yayınlanma saatini ya da gerekli olup olmadığını eleştirmek mümkün iken, Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin tartışılmasının (özellikle de denizci olmaları münasebetiyle) Türkiye için tehdit ve beka sorunu olduğu endişesi taşıyan, FETÖ kumpaslarına atıfta bulunarak anayasanın değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez temel değerlerine vurgu yapan amirallerin  “Devletin güvenliğine ve anayasal düzene karşı suç işlemek için anlaşma” ile suçlanmış olması tehlikelidir. Hele ki bu ülkenin geçmişinde ceplerindeki beylik silahlarına güvenerek darbe yapmaya kalkışmış emekli amiral yokken…

Çok değil daha dün Montrö Sözleşmesi'nin tartışılmasının Türkiye için tehdit ve beka sorunu olduğunu vurgulayan bir siyasi parti liderinin bugün aynı endişeleri dile getiren amirallerin rütbelerinin sökülmesi, emeklilik haklarının kaldırılması ve maaşlarının kesilmesi gerektiğini söylemesi de tehlikelidir. Son yılların en moda suçu “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” iken ve iktidar tarafından karşıt sesleri susturmak için büyük bir iştah ile kullanılıyorken, en başta demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için ülke yönetenlerin iğneyi kendilerine batırmaması tehlikelidir. 

Gelelim işin sosyal medya boyutuna. Malum her olayda olduğu gibi “Montrö” ve “Amiraller Bildirisi” hakkında da pek çok başlık açıldı. Ve maalesef bu başlıklar üzerinden yine taraflar belirlendi. İmam sırıtırsa, cemaat kırıtır misali “Benden” ya da “Bizden” olmayanı yıpratmaya ve zarar vermeye yönelik paylaşımlar yine sosyal linçe dönüştü.  Oysa sanal kimliklerin ardına gizlenerek ve hiçbir sorumluluk hissetmeden belli bir tarafta yer alma güdüsüyle yapılan cadı avları sadece hedefteki insanları değil, onların ailelerini ve çevrelerini de etkilemektedir. Lafın kısası; hiçbir unvanı ve nüfuzu olmayan insanların “Akil İnsan” sıfatına bürünerek peşine kitleleri taktığı, Ortaçağ meydanları gibi mahkemelerin kurulup, kişilerin darağaçlarında sallandırıldığı sosyal medya mecraları tehlikelidir. 

Doğru bilgiye ulaşmanın hiçbir zaman bu kadar olay olmadığı günümüz koşullarında hayatında “Montrö” hakkında hiçbir fikir sahibi olmayanların zikir sahibi olmaları, Türk Ordusu'nda görev yapan sarıklı, cübbeli amiraller kadar tehlikelidir.  

Bu gidiş iyi değildir; tehlikelidir!
 

Önceki ve Sonraki Yazılar