BALIĞIMI ÖLDÜRDÜN

Siyah koltuğunda kitap okuyan Çağrı, telefonuna gelen mesaj sesiyle irkildi. Kitabın sayfasını kıvırıp koltuğa bıraktı. Etrafına bakındı, telefonunu göremedi. Üzerine örttüğü siyah battaniyenin altına elini sokup yokladı. Aynı olay sürekli başına geldiği için çabucak ulaştı telefonuna. Ekran kilidini açtı. Gelen mesaj, derste araştırmak üzere hocasına sunduğu ödev konusunun kabulüne ilişkin bir maildi. Bu güzel haberin ardından battaniyeyi üzerinden fırlatıp koltuğa çıktı zıplamaya başladı. Çağrı’nın sesini duyan annesi salondan,

-Ne oldu ne bu gürültü oğlum?

-İntihar konusu anne, hoca kabul etmiş!

Annesi anında Çağrı’nın odasına geldi ve buruk bir ses tonuyla,

-Ne zaman başlıyorsun araştırmalarına?

-Şimdi.

Annesi başını sallayıp odadan çıktı. Çağrı, hemen bilgisayarını kucağına aldı bir Word sayfası açtı. Büyük harflerle başlığını attı. “İntihar eden insanlar, son anlarında neler yaşar?”

Çağrı bu konuyu psikoloji bölümü okumaya başladığından beri araştırmak istiyordu. Fakat okulun son yılına geldiğinde ve belirli birikime ulaştığında doğru zamanın olacağını düşündüğü için bu yıl seçmişti bu ödevi. Artık tam zamanıydı. Okulda son yılıydı. Bu yılsonunda psikoloji bölümünü bitirecek ve kaybettiği babasına verdiği sözü yerine getirerek psikolog olacaktı. Babası için tamamlayacağı bir görevi vardı. O da, hocasından gelen ödev konusunun kabulünün ardından yapacağı ödevdi. Yıllardır beklediği an gelmişti. Kucağındaki bilgisayarı alıp çalışma masasına geçti. Masada duran üzerinde “babam” yazısı olan dosyayı açtı. Babasının nasıl intihar ettiğini, son günlerinde neler yaptığını, intihar etmeden önce ardında bıraktığı mektup yahut not var mı, çevredeki insanlara yaklaşımı gibi detaylı olayların araştırmasını yapacaktı. İşi kolay değildi. Henüz gün yüzüne çıkmamış olayların peşine düşecekti.

Babası, onun çocukluk yıllarından beri araştırmak istediği ve psikoloji bölümü okumasının sebebi olan kişiydi. Dosyada babasının ismine, ölüm tarihine, kendini neyle öldürdüğü vs. bildiklerini not ettiği sayfaya bakarken annesi içeriden tiz ses tonuyla:

- Çağrı, gel oğlum yemek yiyeceğiz.

- Çalışmaya başladım anne.

- Önce yemeğini ye.

- Anne, senelerdir bu araştırmayı bekliyorum ya!

- Oğlum, yemek yiyeceğiz hadi!

Çağrı çalışma masasından kalkıp odasındaki pencereye gitti. Siyah kalın perdeyi sonuna kadar açtı. Anında odanın ortasında beliren güneş ışığı, odasında bulunan baştan aşağıya simsiyah eşyaları aydınlattı. Odasından çıktı. Karanlık dar holden yürüyerek mutfağa annesinin yanına geçti. Annesinin morali Çağrı’nın ödev kabulünden sonra bozulmuştu. Bu konu ne zaman açılsa annesi hep böyle oluyordu ve Çağrı buna anlam veremiyordu. Yemek masasında iki kişi karşılıklı otururken, annesinin kaşığıyla tabağında ritim tutmasından rahatsız oldu.

-Anne yemekle oynamayı bırakıp ne zaman yiyeceksin?

-Pardon oğlum dalmışım.

-Ne oluyor anne? Neyin var?

-Yok bir şey iyiyim.

-Anne şu ödev konusu ne zaman açılsa aynı tavrı gösteriyorsun. Ne olacak araştırsam merak ediyorum. Sen bile bilmiyorsun. Senelerdir hiç mi merak etmedin? Anlatmıyorsun da hiç. Benim de kendi yöntemlerim ile öğrenmem çok normal.

Açıp durma artık şu konuları. Kaç yıl oldu, koca adam oldun.  Yakında psikolog olacaksın. Her sene aynı tantana, yeter!

-Anne ne bu sinir? Benim o senelerde ne olduğunu bilmek hakkım.

-Ben bile bilmiyorum. Sen nasıl bileceksin. Oldu bitti. Hastaydı yaptı işte.

-Bu kadar kolay olmamalı anne. Ben senin kadar umursamaz değilim. O dönemler çocuktum. Şizofreni dönemlerinde neler yaşadığını, hangi ruh halinde olduğunu araştırmak psikolojisi üzerine durmak istiyorum. Çocuk yaşımda farkında değildim. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Bilmek, öğrenmek çözümlemek istiyorum.

Annesi elindeki kaşığı tabağa hızlıca vurdu. Bağırmaya başladı.

-Sus artık! Sus!

-Susmayacağım. Senelerdir sustum da ne oldu? İnsan hiç merak etmez mi? Sen niye susuyorsun sorun burada zaten anne. Niye susuyorsun?

- Kapa çeneni Çağrı. Git odana.

-Ben neden psikoloji bölümü okumak istedim anne?

-Sus Çağrı!

-Neden anne?

-Çağrı sus!

Çağrı oturduğu sandalyeden kalktı. Sandalyeyi kaldırıp hızlıca yere fırlattı. Daha da sesini yükseltti.

-İntihar eden şizofreni hastası babamın, o yıllarda neler yaşadığını neler hissettiğini ardından bıraktığı izleri bulup öğrenmek için. Tabii bunları araştırırken inşallah sizin yıllardır bilmediğiniz intihar sebebini de öğreneceğim.

Odasına geçip masasına oturdu. Annesinin neden böyle davrandığına anlam veremiyordu. Çağrı daha küçükken babasının yaşadığı ve kendisininanlamlandıramadığıolaylara,çatpathatırladığıanlara,şizofreni hastasının dünyasına dalacaktı. İlk olarak evde her yerde babasından kalan balık figürlerinin anlamını aramakla başlamak için kalktı bilgisayarından. Sandalyesinin arkasına astığı parkasını geçirdi sırtına. Eline dosyasını ve telefonunu alıp kapıya doğru yöneldi. Kapı kulpuna uzandığı esnada yerde bir zarf gördü. Eğildi, dizlerinin üzerine çöktü. Zarfın üzerinde “Baban” yazıyordu. Yazıyı gördüğü an gözleri kâğıtta yazan harfleri dövecekmişçesine büyümeye başladı. Merakla açtı. Bu annesinin yazısıydı. Montunu çıkartmadan sırtını kapıya dayayıp oturdu yere. Okumaya başladı:

Araştırma boşuna. Bırak nasıl öldüyse öldü. Bırak ne yaşadıysa yaşadı, ne hissettiyse hissetti. Herkes kendi işini yapsın. Bu konuyu kaç defa konuşacağız daha Çağrı. Evet, ideallerin vardı. Sırf baban için seçtin okuduğun bölümü. Babanın o yıllarda neler yaşadığını bilmedin ve hissetmedin. Bundan sonra psikolojik sorunlar yaşayan hastaların yanında olmak isteyişinin sebebi bu. Bir noktada da kendini suçlu hissediyorsun. Senin bir suçun yok. Yaşın küçüktü. Sana yalvarırım bırak araştırma. Kalsın böylece. Öğrenmeyelim intihar sürecini. Senin gözlerine bakarak söylemediğim tek şeyi söyleyeceğim şimdi. Bu güne kadar bana söz verdiğin, yapmayacağım dediğin hiçbir şeyi yapmadın oğlum. Sana inanıyorum. Şimdi derin bir nefes al ve içinden nedeninin sorgulamayacağına dair söz ver.

Çağrı annesinin samimiyetine ve aralarındaki bağa güvenerek derin bir nefes aldı, “söz veriyorum anne” dedi. Okumaya devam etti.

Şimdi kâğıdı bırak ve zarfı yavaşça yırt. Zarfın içinde yazılı son bir cümle daha var oğlum. Senden çok özür diliyorum. Beni affetmeyeceğini biliyorum. Bunu başka türlü söyleyemezdim. Affet. Annen.”

Neler olduğuna anlam veremiyordu Çağrı. Kâğıdı hızlıca yere fırlattı. Yüzünü garip bir ifade almıştı. Heyecan, korku, merak hepsi birbirine karışmıştı. O içinde yazan son bir cümle sanki yıllardır ulaşmak istediği bir cümleydi. Ama aynı zamanda istemediği de... Elleri titremeye başladı. İyi bir şey çıkmayacağını biliyordu. Teninden süzülen damlalarla, vücut ısısının fazlalaştığını hissetti. Sona yaklaşmış gibiydi. Aniden gelen sinirle fırladı oturduğu yerden. Ortadaki siyah halıyı kaldırdı duvara fırlattı. Siyah perdeleri çekiştirdi kornişlerinden ayırdı. Siyah koltukları ters çevirdi. İçinin karamsarlığının odaya yansıttığı siyah olan ne varsa hepsini yerle bir etti. Kapının kenarındaki zarfı aldı eline. O son cümleyi okuduktan sonra vereceği tüm tepkileri vermiş gibi hissetti. Babasına dair son cümleyi okuma sırası geldi. Ayakta duracak hali kalmadı. Zarfı yavaşça yırttı. İfadesiz bir şekilde içinde yazan cümleye baktı.

“Baban senin yüzünden intihar etti.”

Burada, tam bu odada, şimdi, kaç saniye daha nefes alabilirim. Bazı odalar vardır, mezarlık muadili... Farksız şimdi. Tek eksik, selvi ağaçları. Yaslandığım kapı bürünmüş selvinin gölgesine. Başımda kırpıştırdığı yaprakları saçlarıma dans ettiriyor, perdeleri uçuruyor. Tek dokunamadığı az önce şahit olduğum cümleler.

Ee cevap ver hadi selvi. İnsan küçücük çocuğunun yüzünden neden intihar eder? Yaşamı boyunca ona kendini suçlayacak günler neden armağan eder? Soyut tercihler yapacak kadar tutarlıydı değil mi onun aklı? Hastaydı, ne yapsa yeriydi. Öyle kabul ettik. Ne olacak şimdi? Annemde yıllar sonra söyledi bak. Ödev gününü beklemiş herhalde. Sen de kendini çaresiz hissettin mi? Sonuçta ölülerin arasında yaşıyorsun. Ve sen nefes alıyorsun. Bencillik değil mi bu?

Yaslandığı selvi ağacı cevap verdi:

- Elimden bir şey gelmiyor çocuk.

- Bir dakika sen bana cevap verdin.

Arkamı dönüp baktım ve evin içinde çatıyı delmiş, dalları gökyüzüne uzanan bir selvi ağacı.

- Senin ne işin var burada.

- E sen benzetmedin mi az önce?

- Neyi benzettim, anlamıyorum?

- Mezarlık mudaili demedin mi?

- Öyle mi dedim.

- Öyle dedin çocuk.

- E peki senin ne işin var burada?

- Sana yardım etmeye geldim.

- Sahiden mi?

- Evet, sahiden.

- Peki ya nasıl?

- En son balık figürlerini sorgulamaya gidecektin. Hadi durma git ve evin hangi köşesinde balıklar hangi eşyanın üzerinden balıklar varsa not al gel.

- Tamam selvi.

Hızlıca üst kata babamın odasına çıktım. Bu ahşap, her bastığımda kırılacak hissi veren merdivenlerin kulağımı tırmalayan iğrenç sesi, ilk kez keyifli geldi. İlk kez intiharı hissettiren korkunun tonları değil de, intiharı çözecek olmanın heyecanı sardı içimi. Babamın odasında bir masa, bir koltuk vardı. Koltuğun yanında bir sehpa, sehpanın üzerinde bir cam fanus. Babamın hiç elinden bırakmadığı, annemin de yıllardır atmadığı. Masadan bir kâğıt ve kalem aldım. Hangi köşede balık figürü varsa not aldım. Kucağıma da fanusu alıp servinin yanına geri döndüm.

- Geldim. Notları aldım. Fanusu da getirdim.

- Çabuk geldin çocuk.

- Odasındaki balık figürlerini not aldım. Zaten evin diğer köşesindekileri ezberledim artık.

- Bu fanus nedir?

- Bu babamın elinden hiç ayırmadığı fanusmuş. Yemek yerden masada, televizyon izlerken, çarşıya hastaneye giderken kucağında; her an onunlaymış yani.

- İçindeki balık peki?

- Ölmüş.

- Nasıl ölmüş?

- Bilmiyorum.

- Hiç sormadın annene çocuk?

- Hayır, sormadım.

- E sen nasıl araştırmacısın?

- Şu an anneme öfkeliyim. Nasıl soracağım?

- Evde her yerde balık figürü olmasının sebebi babanın balıkları çok sevmesinden kaynaklıdır ki beslediği ve yanından ayırmadığı bir balığı varmış. Bence senin ilk öğrenmen gereken şey, bu balığın nasıl öldüğü çocuk. Balıkla senin bir bağın olabilir belki.

- Doğru söylüyorsun selvi.

Selviden bunları duyunca annemin yanına gittim. Üzgün olduğunda pirinç ayıklar hep. Yine kucağında pirinç tepsisi ile düşüncelere dalmıştı. Haksızlık ettiğinden şikâyetçi olsam da, içimde biriken yaralara merhem olacakken kabuklarını soysa da ona sırtımı çeviremezdim. Tek dayanağımdı ya da öyle olduğuna inandırmıştı. Dar, karanlık, sessiz ve tehlikeli zamanların şimdiki zamanını yaşıyorum. Çaresizlik, ana dilim gibi. Benim çaresizliğim bana mı özgü anne? Yoksa kendi çaresizliğinin kırıntılarını mı attın üzerime?

- Anne?

- Efendim oğlum?

- Tek bir şey soracağım sana.

- Gel otur önce bi konuşalım.

- Konuşacak bir şey yok. Satırlarca yazmışsın anlatacakların bitmedi mi?

- Yapma böyle Çağrı. Üzüyorsun beni?

- Tek bir cümle ya! “ Baban, senin yüzünden öldü” deseydin. Bu kadar beklemeseydin her şey farklı olacaktı.

- Kolay mı sandın oğlum!

- Kolay olduğunu söylemiyorum. Yazarak anlatacaktın madem, niye bekledin? Ödevim kabul olmasaydı kim bilir ne zaman öğrenecektim.

- Bu yükle yaşamanı istemedim Çağrı.

- O yükü ben hep hissettim anne.

- Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bir servi ağacından mı öğreneceğim yani!

- Ne selvisi oğlum?

- Odamdaki selvi?

- Çağrı iyi misin ne diyorsun?

- Neyse yok bir şey. Sorum şu: Babamın balığı nasıl öldü?

- Bırak artık şu işin peşini Çağrı. Yeter!

- Niye bu kadar yükseliyorsun anne. Çok basit bir soru.

- Çağrı git odana. Kalbini kırmak istemiyorum.

Annemi ilk kez böyle görüyordum. Bu siniri, öfkesi yersizdi. Umutsuz değildim artık. Bir şeyler çok yakındı bana. Neyi tuttuysam elimde kaldılar, şimdi emin olduklarımdı. Sonsuza kadar süreceği de meçhul. En azından ölüm sebebini ve sürecini öğrensem bu eminlik idare ederdi. Beynimin içinde bir ölünün evine toplanmış, iyi dileklerde bulunan samimiyetsiz insan yığınlarının sesleri yankılanıyor. O yıllara mı gidiyorum acaba? Bizim eve de gelmişler midir? Babama iyiydi deyip evi terk etmeden “deliydi, kurtuldu” demişler midir? Deliydi benim babam. Öyle nitelendirmişler. Birine zarar vermiş miydi acaba? Ya da birini mutlu etmiş miydi?

- E çocuk öğrendin mi? Niye ölmüş bu balık?

- Yok, söylemiyor annem.

- Hepsi bu balığın ölümünde gizli, çok belli.

- Çok mu öğrenmek istiyorsun çocuk.

- Evet, ağaç, çok! Ben ne yaptım ona? Neden benim yüzümden intihar etti önce bunları bilmek sonra da neler yaşadığını çözümlemek...

- Gövdeme bak öyleyse...

Selvinin gövdesine yansıyan çocukluğum canlandı. Evimizin salonunda koşturuyorum. Balık salonda. Balığa yaklaştım. Bağırarak anaokulunda ezberletilen şarkıları söylüyorum. Balık hareketsizce yatıyor suyun içinde. Dibe batmış... Merakla elimi suya batırıp balığı alıyorum. “Aaa ölmüş” diyorum. Önce üzülüyorum. Sonra ölen balıkla dans etmeye başlıyorum. Çocukluk ya! Acıyla tanışmamışım henüz. Ona da öğrendiğim şarkıları öğretmeye çalışıyorum. Hadi ben söyleyeceğim şimdi sen de tekrarlayacaksın. “E ama sen de öldün diye oyunbozanlık yapıyorsun” diye öfkeleniyorum ona. Suyun içine atıyorum, tekrar çıkartıyorum. Keyif alıyorum, yineliyorum. Derken babam geliyor. Balığı elimden alıp yavaşça suya bırakıyor. Ağlamaya başlıyor. Yanaklarıma parmaklarının izlerini bırakıyor. Annem araya giriyor. Babam fanusu kucağına alıyor. Hıçkırıklar içinde merdivenlere yöneliyor. Arkasına dönüp bana son bir cümle kuruyor, “Balığımı öldürdün!”

Annem, babamın yanaklarıma bıraktığı izleri ısıtırken silah sesiyle irkiliyoruz. Ardından başka bir anı yansıyor selvinin gövdesinden.

Bu kez annem ve o zamanlar yeni tanıştığı iş arkadaşı ile oturuyor evimizin salonunda. “Çağrı asla öğrenmeyecek onun yüzünden olduğunu” diyor. “Balığa niye bağlandı son zamanlar” diye soruyor arkadaşı. “Eşimin babası, sandalda balık tutarken denize düşüyor ve ölüyor. O olaydan sonra sağlık sorunları başlıyor ve balıklarla bir bağ kuruyor. Babasının o gün ulaşmak istedikleri balıklara kendisinin ulaştığını, onun görevini yerine getirdiğini düşünüyor. Ve aldığı tek balığı da yaşam sebebi yapıyor. Beraberinde sağlık sorunları başlıyor. Kliniğe yatıyor...”

Ölü balığı elime aldım diye ben öldürdüm zannetmiş demek. Bana daha haksızlık o an yapılmış. Belleğime almasam bunları. Yabancılaşsam. Küçük bir çocuk hatasıyla cezalandırılır mı? Ne ehemmiyeti var? Ruhumun orantılı olduğuna inanmak isterdim bir zamanlar. Hayatımdaki her şey normal, sıradan. Duygularım bile kontrolüm altında. Oysa ruhum bile mülteciymiş, haberimin dışında...

- İyi de sen kimsin selvi? Sen hepsini nasıl bilebilirsin?

 -Ben çocuk...

 - Kimsin sen?

- Babanın mezarı başındaki selvi ağacıyım.

- Beni de götür oraya.

- Emin misin çocuk?

- Gidelim, özür dilemek için gidelim. Dönmemek üzere...

- Gidelim çocuk.

Şarkılar öğrettiğim ölü balığın günahı çıkıyor bedenimden. Şimdi babama, özür dilemeye gidiyorum. Hoşça kal anne. Merak etme, ruhum babamın yanında. Bedenim bahçedeki selvi ağacımızda.

Önceki ve Sonraki Yazılar