Erguvan mevsimi geldi

Aşiyan Mezarlığı’nın hemen üzerindeki bir tepeciğe oturmuş, Boğaziçi’nin her iki yakasını mor dumanlara bürümüş olan erguvan ağaçlarına bakıyorum. Binlerce yıldır olageldiği gibi, İstanbul’a yine bir erguvan mevsimi daha gelmiş işte.

Aşiyan’dayım. Göz yaylımı uzanan mermer taşlar. Yeşil parmaklıklar. “Sülüs” harflerle yazılmış, “Salihat-ı Nisvandan…” kitabeleri. Tüm bir hayat hayhuyunun sonunda, insanoğluna giderayak verilmiş, hepi topu iki üç metrekarelik toprak parçaları. Onların üstünü örtmüş çimenler, aşı boyalı güller, şarabi renkli horoz ibikleri, fildişi beyazı mum çiçekleri…

Sanki belalı bir sır saklıyormuş gibi suskun suskun oturan gümüş tozlu servi ağaçları. Görmüş geçirmiş yaşlı çınarlar. Hüzünlü kumru ötüşleri. Burada serçelerin o hoppa cikcikleri, ebabil kuşlarının kopup geldikleri çölleri hatırladıkça bir ağızdan attıkları yanık çığlıklar yok. Tekmil Aşiyan sadece kumru kumru ötüyor.

Tevfik Fikret “Sis” içinde. Oğlu Haluk’a “medeniyete dair” bir şeyler anlatıyor. Biraz ötede eve tuz ve ekmek götürmeyi yine unutmuş olan Orhan Veli, gözlerini kapamış, “İstanbul’u dinliyor”. Rumeli Hisarı önünden, “meçhule giden” pusulasız şilepler geçiyor. Hepimizin başına martı kuşları konuyor.

Sonra erguvanlar çıkıyor sahneye. Boğaz’ın her iki yakası, Osmanlı Üsküdar, Bizanslı İstinye, bahriyeli Çengelköy, külhanbeyi Beykoz, Çamlıca ve tüm Boğaz semtleri, tekmil erguvana bürünmüş. Her yan mor renkli bir ışık seline dönmüş. Erguvanlar neon mavisi, zakkum pembesi ya da koyu bir mor halinde obüs mermisi gibi patlamış. Her yer “erguvani”. Sözlerimiz erguvani, üstümüz başımız erguvani, unutulmuş sevdalarımız erguvani…

Erguvan rengi 

Erguvana kısaca mor deyip geçiyoruz ama bu mor rengi tam anlamıyla çözümleyemiyoruz da. Görkemli ve aynı zamanda bir o kadar da karmaşık bir renk bu. Bazen pembe gibi görünüyor. Nedir, onda hafifçe, gizlice bir mavimsilik de var. Hani geçmişteki çamaşır çivitlerinin rengi gibi bir mavimsilik…

Erguvanın o yakıcı morunun içinde çokça şarap kırmızısı, az bir şey kıvılcım mavisi ve bolca ışık beyazı da var. Tonları, yoğunlukları da farklı. Beyaz kadar açık değil, siyah kadar koyu da değil. Frenklerin “violet” dedikleri pembemsi bir mor. Sıkı şair Ece Ayhan, “Şiirimiz Mor Külhanidir Abiler…” derken bu rengi mi kastediyordu acaba? Ya da Hilmi Yavuz, “Erguvan Sözler” şiirinde bu moru mu anlatıyordu?

Erguvanlar salkım saçak mor ateşler içinde. Erguvan ağacı. Utangaçlığı hep sevmiş, kimsecikler de görmeye gelmemiş sırrını. Onun o yakıcı moru, beyazın ve mavinin çokça müdahalesine uğramış bir mor. Kimileri ona “mor ailesinden bir kırmızı” diyor. Leylak gibi açık tonlusu var, Cezayir menekşesi ya da Hercai menekşe gibi koyu ve yakıcı olanı da. Ürkütücü ve değişken. Bir “seyyale” gibi.

Kalkıp bu rengi bir resim paletine döksek, bir miktar mavi ile bir miktar kırmızının karışımından ibaret ama, burada mavi yaratıcı bir suskunluğu anlatırken, kırmızı da bir şiddeti bağırıyor. Mor da ikisi arasında bir med-cezir halinde. Bir geliyor, bir gidiyor. O anda mavi ya da kırmızıdan hangisine yakınsa onun renk borusunu öttürüyor. Gizlice dalkavukluk yapıyor. İşte bu yüzden, sabahları tüm Boğaziçi sevinçli bir ışık seli halinde mor mor patlarken, akşam olmasına yakın, erguvanlar sulara keskin bir ustura gibi tehlikeli morlar çiziyor.

Erguvanlar sabahları açık tonda. Hayat ve uçucu bir avarelik taşıyor. Eflatun hayallerimiz bu avarelikten, leylak rengi bu ümitten kaynaklanıyor. Nedir, akşama doğru renk tonu koyulaşınca, yalım yalım bir şiddet çağrıştırmaya başlıyor erguvanlar.

İşte tam o saatlerde kimi kadınlar saçlarına erguvan çiçekleri takıyor, karanlık ve tehlikeli. Mor o zamanlarda geri dönüşü asla olmayacak bir ayrılık rengi oluyor. Erguvan rengi bu kadar değişken ve kendi istediğini yapan bir renk. Onun rengi, renkler içinde başlı başına bağımsız bir ülke.

Erguvanın ve onun o gizemli moru hakkında rivayet çok. Kavuşamayan aşıkların ağacı olduğu için çiçeklerinin böyle gönül yakıcı bir renkte olduğu, kara sevda çektiği için hiç durmadan kendi ateşine yanıp, böyle alev kırmızısı bir renge büründüğü anlatılıp durmuş yüzlerce yıl boyunca. İsteyenler inanır elbette. Bence o sadece çok görkemli, çok güzel ve huzur verici çiçekleri olan bir ağaç.

İstanbul’a bir “Erguvan Mevsimi” daha geldi işte…

Önceki ve Sonraki Yazılar