Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu

Akıllılar ve deliler

GEÇENLERDE sevgili dostum Mehmet Dülger’den bir mesaj aldım. Ömer Seyfettin’in “Deli Yağmurlar” isimli öyküsünü göndermiş. Yıllar öncesinden gelen bir arkadaşa kavuşmuşçasına öyküyü yeniden büyük bir ilgiyle okudum. Ardından da bellek tazelemek amacıyla bunu sizlerle paylaşmak istedim. Buyurun:

“Ling-Yu gayet akıllı, gayet ihtiyar bir imparatordu. O kadar ilerlemeyi severdi ki halkın geçmişle hiçbir alakası kalmamasını temin için bütün Çin’in eski kitaplarını, eski kütüphanelerini yaktırmıştı. Çinliler adeta onun tanrılığına bile inanır gibi oluyorlardı. Derlerdi ki:

‘Ling-Yu dünyada Allah’ın dehasından bir örnektir.’
Devri rüyasız, yorgun bir uyku gibi geçiyordu.
Bir gün huzuruna bir soylu girdi. Secdeye kapandı:
‘Efendimiz, baş müneccim geldi. Mutlaka size bir şey arz etmek istiyor.’
İmparator Ling-Yu dehası sayesinde gelecekte ne olacağını bilirdi.
Dedi ki: ‘Sebepleri doğru görebilmem sonuçtan şüphesi kalmaz.’
Onun için baş müneccimden daima kendi tahminlerini dinlerdi. Şimdiye kadar o, hiç böyle habersiz gelip bir şey söylememişti.
‘Tuhaf’ diye başını salladı, ‘Acaba ne söyleyecek?’
‘Gayet mühim bir şeymiş efendim.’
İmparator düşündü, işler tıkırındaydı. Öyle mühim bir şeyin olabileceği yoktu.
‘Gelsin’ buyurdu.
Huzura giren baş müneccim resmi secdesinden kalktıktan sonra ‘Ah efendim, gayet korkunç bir felaket bizi tehdit ediyor’ dedi.
İmparator dünyanın her şeyine vakıftı; şaşırdı.
Görünürde savaş, kıtlık, ihtilal gibi bir şey yoktu. Badem gözlerini süzerek ‘yanılıyorsun’ dedi.
‘Hayır, efendim, muhakkak bir felaket’
‘Savaş mı?’
‘Hayır’
‘Ya ne?’
‘Bir yağmur efendim’
‘Yani taşkın’
‘Hayır, yalnız yağmur’
İmparator liyakatli baş müneccimin saçmaladığına
ihtimal vermezdi. Tekrar onu bir
süzdü. Merakla sordu:
‘Yağmur niçin felaket olsun?’
‘Bu yağmur çok sürecek’
‘Sürsün’
‘Suyundan kim damla içerse deli olacak’

İmparator düşündü. Hakikaten felaket korkunçtu. Tahmininde yanılıp yanılmayacağını baş müneccime tekrar sordu. Zavallı âlim bundan son derece emindi. Korkusundan tir tir titriyordu. Saraya hemen bütün soylular toplandı. Günlerce süren görüşmeler, toplantılar sonunda daha bu uğursuz yağmur başlamadan sarayın bütün sarnıçlarının, küplerinin, vazolarının, mahzenlerinin yedek olarak temiz suyla doldurulmasına karar verildi.

Aradan bir hafta geçmedi, baş müneccimin haber verdiği yağmur hafif yağmaya başladı. Derken bir gün, iki gün iyice hızlandı. Kim bu yağmurdan bir damla karışmış su içse çıldırıyordu. On beş-yirmi gün içinde bütün halk çıldırdı. Yalnız imparatorla saraydakiler sarayda saklanmış sulardan içiyorlar, akıllarını başlarında tutabiliyorlardı.

Uğursuz yağmur dinmedi. Memlekette çıldırmayan kalmamıştı. Deliren halk işi öyle azıttı ki artık ne soylular ne hâkimler saraydan dışarı çıkabiliyordu. Bir curcunadır gidiyordu.

İmparatoru o zaman bir düşünce aldı. Bunun sonu ne olacaktı? Evet, bir kere deli olan artık akıllanamıyordu. Zırdeli halk bahçe surlarının etrafında toplanmış, gece gündüz, davullarla zurnalarla korkunç bir gürültü koparıyor, akıllı kalanlara dillerini çıkarıyorlardı. Laf anlayan, söz dinleyen kalmadı. İdare bozuldu. Uğursuz yağmurun suyundan içmeyip akıllı kalanlar delilerin maskarası oldu. Hayatları tehlike içinde geçiyordu.

Fakat Ling-Yu gayet akıllı, gayet ihtiyar bir imparatordu. İşe yaramayan zarar getiren aklın, delilikten hayırlı bir şey olamayacağını bilirdi. Bir sabah, çılgın halkın tecavüzünden, eğlencesinden ürkmüş yakınlarına, ‘Herkesin içtiği sudan hemen içiniz,’ emrini verdi. Soyluların hâkimlerin itirazlarını dinlemedi, ‘Herkes deli, olduktan sonra bir kaç kişinin aklına lüzum yoktur’ dedi.

Uğursuz yağmurun sularından doldurttuğu ilk kadehi kendi yuvarladı. O anda ufku sarsan kahkahaları attılar; surun dışındaki curcunaya katıldılar.

Gel zaman git zaman bu umumi curcunanın adı ‘sosyal düzen’ oldu. Halk içinde tekrar akıllananlar delidir, diye tımarhaneye tıkıldı.”

Ömer Seyfettin ölümünden bir yıl önce, 1919’da bu öyküyü yazmış. Sahibi Ahmet Ferit Tek olan İfham Gazetesi de yayımlamış. Öykünün yazılış dönemi İstanbul işgal altındadır. Bütün medya, tarikatlar, tekkeler, medreseler, Saray, azınlıklar işgal güçlerine destek vermektedir. Bir avuç milliyetçi gazeteci, yazar, asker ve sivil halk milli mücadeleye kalkışmıştır. Bu duruma çok üzülen Ömer Seyfettin öyküyü yazmış, Cumhuriyet’in ilanını göremeden de kahrından ölmüştür.

Önceki ve Sonraki Yazılar