Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu

İçli dışlı ilişkiler ters teperse?

ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu iki görevlisiyle ilgili tutuklama kararı Ankara’yla Washington arasında vize krizine neden oldu.
Haberleri havada uçuşuyor.
İyi de bu krize sadece iki görevlinin tutuklanması kararı mı yol açtı?
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin İdlib’e girmesi nedenlerden birisi değil miydi?
Türkiye, Temmuz 1974’deki Kıbrıs Barış Harekâtı’nda olduğu gibi müttefiklerinden bağımsız bir karar almıştı da onun için mi Washington tarafından cezalandırılmak isteniyordu?
Bu sorulara cevap bulmak zor!
Ama yakın tarihte şöyle bir gezindiğimizde Türkiye’nin ne zaman dış politikasında bağımsız hareket etmek istese karşısına Washington duvarının dikildiğini görürüz.
Örneğin, demin sözünü ettiğim Kıbrıs Barış Harekâtı, 1963’de yine bir Kıbrıs krizi patlak verdiğinde dönemin ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği o ünlü gözdağı mektubu.
Bitmedi Türkiye’ye dayatılan haşhaş ekimi yasağı (sanki Afganistan üzerinden Batı’ya o dönem afyon ve türevleri kaçırılmıyordu) Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Ankara’ya uygulanan ABD silah ambargosu...
Bütün bunları düşünürken aklıma çok daha yakın tarihte yaşadığım bazı olaylar geldi.
Bunları yorum yapmadan, bir muhabir gözüyle sizlerle paylaşmak isterim.
Şöyle ki:
Yıl 2002, aylardan Mayıs,
AKP kurulalı daha bir kaç ay olmuş ama kamuoyu yoklamalarında oylarını hızla arttırdığı görülüyor.
Washington’da dünyaca ünlü finans spekülatörü George Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nü de bünyesinde barındıran vakfı New Century Foundation’ın merkezinde bir toplantıdayım.
Masanın başında vakfın başkanı ve ABD’nin eski Ankara büyükelçilerinden Morton Abramowitz, yine eski Ankara büyükelçilerinden Marc Grossman ve Mark Parris oturuyor.
Karşılarında da ben ve çocukluk arkadaşım Prof. Dr. Mithat Melen.
Mithat Melen’le karşımızdakilere AKP’nin Türkiye’de yeni kurulmuş bir parti olmasına rağmen gittikçe güç kazandığını, Washington’ın AKP’ye destek vermesinin çok yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Hatta bir ara şöyle de söylediğimizi hatırlıyorum:
“Bakın böyle yaparsanız ilerde sizin de Türkiye’nin de başına büyük dertler açılacak.”
Bu sözlerimiz üzerine Abramowitz birden ayağa fırlayıp bağırdı:
“Leyla, bilmem farkında mısın ama AKP yüzyılın projesi.”
Bu sözler üzerine Mithat Melen’le ben dona kaldık.
Gergin bir sessizlikten sonra ben konuyu değiştirip üç eski büyükelçiye gayet açık bir soru sordum:
“Ekonomiyi sözüm ona kurtarmak için Ankara’ya gelip Ecevit başkanlığındaki koalisyon hükümetinde bir süre bakanlık yaptıktan sonra eski Dışişleri Bakanı İsmail Cem’le parti kuran Kemal Derviş hakkında ne düşünüyorsunuz?”
Üçlünün sözcülüğünü üstlendiği anlaşılan Abramowitz cevap verdi:
“Derviş iyi bir teknisyendir. Ankara’da teknik işler yapsın diye görevlendirildi, siyasete bulaşsın diye değil. Üzerine vazife miydi siyasi lider olmaya çalışmak? Zaten o iş yürümedi.”
Doğrusu bu değerlendirme hele de Abramowitz tarafından yapılınca oldukça göz açıcıydı.
Dahası var.
Bir yıl önceki bir Washington ziyaretimde ise Abramowitz tam tersi Derviş hakkında övgü dolu sözcükler kullanmış, eleştirilerime kızarak, “İstesen de istemesen de Derviş Ankara’da görev alacak” demişti.
Bu yazdığım anılar Kasım 2016’da Doğan Kitap tarafından yayımlanan “Manşet Yalısının Kızı” adlı biyografimde de yer aldı. Merak edenler kitaptan da okuyabilirler.
Şimdi bana bunları neden hatırladığımı ve burada yazdığımı sorarsanız...
Sizden çok büyük bir devletle, dünyaya hâkim olma iddiasındaki bir güçle yıllarca içli dışlı ilişkileri götürüp, ardından da bıçakla kesilmiş gibi birden bağımsız siyasetler izlemeye yeltenirseniz başınız çok ağrır.
İkisinin ortasını bulup dengeli ilişkiler götürmek her zaman sağlıklı sonuçlar verir.
Sözlerimi İnönü’nün o ünlü cümlesiyle noktalayayım:
“Büyük devletle ilişki ayıyla yatağa girmeye benzer.”

Önceki ve Sonraki Yazılar