Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu

İhanet üzerine çeşitlemeler

GÜNEŞ battı batacak. Biz kırk kişi Haliç’teki Fener iskelesinde tekneden iniyor ve yürüyüşe geçiyoruz. Biraz sonra dünyanın sayılı mimari baş yapıtlarından, demir-çelik konstrüksiyon Sveti Stefan ya da halk arasındaki ismiyle Bulgar Kilisesi’ni gezeceğiz. Rehberimiz, ulusal ve uluslararası çapta kültür turları düzenlemekle ünlü Fest Turizm’in sahibi, aynı zamanda gazeteci-yazar Faruk Pekin.
2011’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restorasyonuna başlanan Sveti Stefan Kilisesi bu yıl ocak ayı başında restorasyonu tamamlanarak kapılarını ziyaretçilere açmış. 15 milyon lira harcanarak restore edilen bu dünyanın ilk prefabrike demir-çelik konstrüksiyon yapısı içindeki ikonları olduğu kadar İstanbul’da yaşamış Bulgar cemaati için de bir milat oluşturmuş. Nasıl mı? Anlatalım:
Osmanlı döneminde İstanbul’da oturan Bulgarlar 19. Yüzyıl ortalarına kadar Fener’deki Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlı kiliselerde ibadet ederlermiş. 18. Yüzyıl sonlarında Balkanlar’da başlayan milliyetçilik hareketleri Bulgarlar’ı da etkilemiş. Bulgarlar, bağımsızlık düşüncelerine paralel olarak Rum Ortodoks Kilisesi’nden ayrı, bağımsız bir Bulgar Ortodoks Kilisesi kurmak için mücadeleye girişmişler.
1839’da Tanzimat Fermanı’yla Müslüman olmayan Osmanlı uyrukluların da Müslüman olanlarla eşit haklar elde etmesi Bulgarlar’ı bu davalarında umutlandırmış. İstanbul’daki Bulgar cemaatinin önderlerinden İstefanaki Bey (Stefan Bogoridi)Eylül 1848’de devlete başvurarak Bulgarlar’ın Rumlarla aynı mezhepten olmakla birlikte Rumca bilmedikleri için Rum kiliselerindeki ayinleri anlayarak izleyemediklerini, oysa Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler gibi kendilerinin de ayrı bir cemaat oluşturduklarını ve kendi dillerinde ibadet etmek istediklerini bildirmiş.
İstefanaki Bey fetihten beri İstanbul’da yeni bir kilise inşa edilmesinin şer’en yasak olduğunu bildiği için aşırı bir istekte bulunmayarak şimdilik içinde ibadet edilebilecek bir papaz evi inşa edilmesi için yumuşak bir çözüm öneriyormuş. Osmanlı yönetimi Bulgarlar’ın ayrılmasıyla Rum Patrikhanesi’ne bir darbe vurulacağını da hesaplayarak 12 Eylül 1848’de Bulgarlar’ın “metoh” adını verdiği papaz evinin inşasına izin vermiş. Bu izin bağımsız Bulgar Kilisesi’nin kurulması yolunda ilk adım olmuş.
Aradan yıllar geçmiş. Bulgarlar “metoh”tan sonra kendi bağımsız kiliselerinde ısrarcı olmuşlar. Osmanlı devleti 1870’de bir ferman çıkartarak bağımsız Bulgar Kilisesi’nin kurulmasına izin vermiş. Yalnız bir sorun varmış. Kilise arazisi Haliç kıyısında olduğu için zemini çürükmüş. Buraya yığma kagir bir yapının inşa edilmesi imkânsız olduğundan demir iskelet yöntemi seçilmiş. Yapının projesini de o dönem İstanbul’da yaşayan Ermeni mimar Hovsep Aznavur üstlenmiş.
Kilisenin uygulama projesinin hazırlanması ve prefabrike yapı parçalarının üretilmesi için 1892’de uluslararası bir yarışma açılmış. Yarışmayı kazanan Avusturya firması R.Ph.Waagner 1893’te bir yandan projeleri tamamlarken bir yandan da üretime geçmiş. Bütün parçalar bitince kilise önce firmanın Viyana’daki bahçesinde kurulmuş; eksikleri tamamlanmış. Sonra da sökülerek 1896 baharında Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden gemiyle İstanbul’a taşınmış. Fener’de, bugünkü yerinde yaklaşık bir buçuk yıllık bir çalışmayla yeniden kurulmuş. 1898’de de büyük bir törenle kutsanarak açılmış. Kiliseye Bulgarlar’ın çok önemli azizi Sveti Stefan’ın adı verilmiş. İlginç rastlantı kilisenin yapımına öncülük eden İstefanaki Bey’le Aziz Stefan’ın adaş olmaları.
Bir kaç not da Sveti Stefan Kilisesi mimarı Hovsep Aznavur’la ilgili... Aznavur İstanbul’da çok önemli mimari yapıtlara imza atmış. Bunlardan bazıları İstiklal Caddesi’ndeki Mısır Apartmanı, Aznavur Pasajı, Sirkeci’deki ünlü Sansaryan Han, Gülbenkyan Hanı,Cibali Tütün Fabrikası (Şimdi Kadir Has Üniversitesi), Tepebaşı Tiyatrosu, Fransız Tiyatrosu.
İşte böyle...
Bugün ihanete uğradığı yetkili ağızlar tarafından itiraf edilen İstanbul’un hala nasıl mimari başyapıtlara sahip olduğunu anımsatmak amacıyla bu yazı yazılmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar