Açık açık üstüne bu açığın aslı ne?

PAZARTESİ günü büyüme rakamlarıyla birlikte ödemeler dengesi rakamları da açıklandı. Yandaş medyanın ‘Türkiye ekonomisi büyüme rekorları kırdı’gümbürtüsünden cari açıktaki gelişmeler yeterince irdelenemedi.
Adeta yok sayıldı.
Oysa Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı olan cari açık alarm veriyor.
Nisan ayı itibarıyla cari açık 57 milyar dolar oldu.
Peki, bunun anlamı ne?
Cari açıktan neden korkalım ki?
Ödemeler dengesi bir ülkenin dış dünya ile kurduğu ilişkileri gösterir.
Bir ülke başka ülkelere mal ve hizmet sattığında döviz geliri elde eder.
Örneğin tütün ve fındık üreten Karadenizli hemşerim ürettiği bu malları yurtdışına sattığında Türkiye’ye döviz girer.
Ya da bir alman turist Türkiye’ye geldiğinde döviz harcar ve ülke yine döviz kazanır.
Ama bir de ülkeden döviz çıkışı gerektiren işlemler vardır.
Örneğin yurt dışından bir cep telefonu sipariş ettiğinizde onun bedeli olan dövizi yurtdışına çıkarmış olursunuz.
Ya da çikita muz yediğinizde yine yurt dışına döviz transfer etmiş olursunuz.
Mesela çoluk çocuğu alıp hadi Prag’a tatile gidelim derseniz yine yurt dışına döviz çıkarmış olursunuz.
İşte cari açık dediğimiz şey, bir ülkenin döviz kazandırıcı işlemlerinin döviz kaybettirici işlemlerinden fazla olması durumudur.
Demek ki Türkiye’de yaşayanlar son bir yılda kazandıklarının tam 57 milyar dolar fazlasını harcamışlar.
Yani son kertede ürettiklerinden daha fazlasını tüketmişler.
Peki, nasıl olmuş da ürettiklerinden daha fazlasını tüketmişler.
Merkez Bankamız döviz basmadığına göre bu fazladan harcadıkları 57 milyar doları nereden bulmuşlar.
Vatandaşlarımıza gökten döviz mi yağmış?
İşte zurnanın zırt dediği yer tam da burası.
Biz buna ekonomistler olarak cari açığın finansmanı diyoruz.
Şöyle ki:
Son bir yılda yurt dışında yaşayan yabancılar Türkiye’ye 7 milyar dolar doğrudan yatırım yapmışlar.
Aman ha yanlış anlaşılmasın.
Doğrudan yatırım derken bunun yaklaşık yarısı gayrimenkul alımı.
Geri kalanı gerçek anlamda doğrudan yatırım.
Yani biz açığımızı finanse etmek için yabancılara ülkemizden konut, rezidans ve işyeri falan satmışız.
Tıpkı ürettiğinden fazlasını tüketen bir ailenin evdeki koltuk, Kanepe ve televizyonunu satması gibi…
Ama açık o kadar çok ki mallarımızı satmamız kurtarmıyor.
O zaman ne yapmışız
Borsadaki şirketlerimizin hisse senetlerini satmışız.
Ya da hazinenin çıkardığı borçlanma kağıtlarını satmışız.
Bu şekilde de 18 milyar dolar gelmiş.
Buna portföy yatırımları diyoruz.
Açık bir türlü kapanmıyor, başka şeyler de yapmak gerek.
Ne yapsak acaba?
Geriye tek çare kalıyor; tabi ki borçlanma…
Bu yolla da 20 milyar dolar bulmuşuz.
Oldu mu size 45 milyar dolar.
Eee açık 57 milyar dolardı, 12 milyar doları nerden bulmuşuz.
Onu da bir yerden bulmuşuz.
Karıştırmayın orasını.
Üzümünü yiyin bağını sormayın.
Onun kaynağı belirsiz.
Ne ala memleket değil mi?
Ürettiğimizden daha fazlasını tüketiyoruz.
Verdiğimiz açığı kapatmak için de ya gayrimenkul satıyoruz ya borçlanıyoruz ya da kaynağı belli olmayan döviz buluyoruz.
Böylece büyüme rekorları kırıyoruz.
Ama borçlar büyüyor, olsun kimim umurunda ki?
Borçlanabildiğiniz sürece sorun yok ki.
Peki, iyi de bunun bir sınırı yok mu?
O sınıra gelmiş olabilir miyiz?
Kim bilir belki çok yakınızdır! 

Önceki ve Sonraki Yazılar