YURTTAŞI “AÇLIK SINIRI” ALTINDA TUTMAK…

Kurumların aylık yaptığı araştırmalar sonucu “açıkladıkları” veriler, aşağı-yukarı birbirine yakın…

Açlık ya da yoksulluk sınırı diye adlandırılan “başlıkların” sonucu hiç de iç açıcı değil!

Ortaya çıkan rakamlar, bu rakamları ortaya koyan kimi kurumların kamu ağırlıklı olduğu da düşünülecek olursa;

Bu işte anlaşılmayan çok büyük sorunlar var,

Bu sorunların konuşulmasını-anlaşılmasını istemeyen güçler var,

Bu güçlerin etkisinde kalan kalabalıklar var,

Bu kalabalıkların toplumda estirdikleri baskının sonucu şu:

“Halk açlık sınırında yaşamını sürdürsün!”

***

Her fırsatta, yurttaşın yaşam çıtasını yükselteceklerini dile getiren politikacıların, ya da “iktidarın”;

Her gün bir adım “iyileşmek” yerine,

Her gün iki adım “geride kalma” durumuyla karşı karşıya olduğunu anımsatmaya gerek var mı bilmiyorum!

Bunu “muhalefet” yönüyle dile getirmiyorum…

Bunu “iktidar” yanlısı olmamak nedeniyle söylemiyorum…

Bunu “iktidarı” kurtarmak için, istediği ürünün her tür “grafik eğrisini” kendine göre yorumlayarak “yurttaşı” oyalayan kurumların verilerine dayanarak söylüyorum!

Tüik’in, Türk-İş’in verilerine dayanarak…

“Açlık sınırı ikibin lirayı aştı!”

Aslında ikibin lira da kalmadı da…

Bundan iki ay önce de yakınlarındaydı;

Doğal gaza, elektriğe, birçok temel ürüne zamlar yapılmadan,

Markette, pazarda gereksinmeler “el yakmadan” da…

Öyle diyelim…

***

“Alım gücü” daralan, her ay bir öncekinden daha “sorunlu” gelen günlerin ardından, durdurulamayan “zamlar” yurttaşın mutsuzluk nedeni değil mi?

Elindeki “açlık sınırındaki” emekli ya da asgari ücretiyle ne yapabilir ki?

Sevinmesi mi, coşması mı, bayrama koşması mı, çığlık atması mı gerekir?

Bunu böyle söylediğimde “anlattıkların inandırıcı değil” diyenler olur bazen.

Yazdıklarımın “fazlasıyla” abartılı olduğunu söyleyen…

Evinden yabancı marka lastikli, yabancı marka aracıyla çıkıp…

Kentin yollarına basmayan,

Kaldırımında karşıdan karşıya geçmeyen,

Pazarında gereksinmesini değil, gücüne uygun olan ürünleri arayanı bilmeyen,

Yıllarını okul sırasında harcayan işsiz gençliğin acısını duymayan,

Günlük üç-beş kişilik yüzü görmekle yetinen birinin başka da bir şey söylemesini bekleyemeyiz sanırım!

“Yurttaşımız aç değil, açıkta değil!”

Sormayın!

***

Hep “üretimden” söz ediyoruz…

Üretmeden, “ham maddeye” katma değer katmadan olmuyor, kazanım sağlanmıyor, bundan hem birey, hem toplum, hem ülke etkilenip zarar ediyor!

Toprakta üretimin durma noktasına gelmesi, fabrikaların işlerini durdurması, çalışanların işsiz kalması…

Bu olgu devletin “vergi kaybı” anlamına gelir!

Toprak üretmezse,

Fabrikalar çalışmazsa,

Yeni çalışma alanları açılmazsa,

Boşta olanın emeği verime dönüştürülmezse…

Verginin toplanacağı “başka” kaynak var mı?

Üretim düşüklüğü nedeniyle oluşan açığı kapatacak başka “bir” kaynak!

***

İşin kötüsü…

İşin düşündürücü yanı…

“İktidarın” sıkça yaptığı gibi…

Kaynak var!

Kaynak yurttaş, kaynak emekli, işçi, esnaf, dar gelirli, işsiz…

Eline geçenle borç yaparak, bazı gereksinmelerini erteleyerek, birçoğunu unutarak, çocuğuna parkı yasaklayarak, yağmurda ıslanmayı yeğleyerek, soğukta üşümeye katlanarak yaşam uğraşı veren herkes…

“Açlık sınırı” altında bu çabayı veren yurttaşa, üstelik kamu kurumunun bunu “en alt” çizgide değerlendirerek verilendirmesine karşın,

Belirlenen “yeni” zamlarla, yurttaşın bugünkünden daha “sorunlu” günlere sürükleneceği gözlenebilmesine karşın,

Bu zam seviciliği, bu oluşacak acıyı görmezden gelme sorumsuzluğu, bu patron kurtarma çabası, bu yönetenin lüks harcama tutkusu neden?

Yurttaşı “açlık sınırı” altında tutmak kurtuluş mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar