Ömer Adıgüzel
Arzu Bahar’dan Kayıp Öyküleri
Uyum süreci genellikle bireysel olarak yaşanır. Toplumsal çevreye uymanın koşullarından biri, taviz vermek olabilir. Bu süreçte kişiler, değişen koşullar içinde ve toplumsal çevrenin gözetiminde, onların onayını almak zorunda olan “kahramanlara” dönüşebilirler. Arzu Bahar’ın Alakarga Yayınları arasında çıkan Kayıp (2019) adlı öykü kitabı, uyum ya da uyumsuzluk durumlarını korumak ya da geliştirmek amacıyla yaptıkları türlü davranışları sergileyen “örtük” kahramanların tutumlarına odaklanmaktadır. Arzu Bahar bu öykülerinde değişim ve dönüşüm geçiren insanları kendilerine özgü özneler olarak anlatır.
Bu özneler “Delilik” öyküsündeki Başar gibi uyumsuz ve şizofren davranışlar sergilerler. “Pencerenin iki tarafında yüzleşen ölüm ve yaşam” (s.39) gibi bir ikilem içerisinde, “Sakın Oraya Gitme!” der hırıltılı bir özne sesi. Başka bir özne, “Sokağın Başındaki Servi Ağacı” öyküsündeki dede gibi kendi iç çatışmasından çıkmaya çalışan küçük umutlara sahiptir. Düğme öyküsündeki Haydar, uyma davranışını başkalarının gerçeklikleri ve beklentileriyle belirleme çaresizliğindedir. Para Kokusu öyküsünde günlük yaşamın içinden seçilen iki ayrı kahraman iki ayrı öykü içerisinde kendilerini bulur. Yaşamlarındaki değişimi toplumsal onay ile bekledikleri için birer kayıp haline gelen kimlikler, Arzu Bahar’ın “Kayıp” kahramanları olarak öykülerinde yerlerini alırlar.
Toplumsal uyum, yaşamda kalmak ve toplumsal ilişkilerin sürekliliğini sağlamak için önemlidir. Arzu Bahar’ın kahramanları topluma uyum sağlamaya gayret göstermektedirler. Ancak bu gayretleri bir türlü görünmez ya da onay alamaz. Ancak yine de öykü kahramanı olmayı başarırlar. Arzu Bahar, kahramanlarının öykülerini anlatırken onların sade bir yaşamdan geldiklerini, yaşadıkları yakın çevre tarafından yer yer kabul edilmediklerini, onaylanmadıklarını, ödüllendirilmemiş, sevgiye ihtiyacı olan kimlikler olduklarını okuyucuya hissettirir. Bu kimlikler bir çatışmanın içinde, onay bekleyen, uyum-uyumsuz görünümünde ama bunun da farkında olmayan, bilinçsiz görünen saf ve temiz insan tiplerinden oluşur. Yazar bu kimlikleri anlatırken ve belki yaşama hiç iz bırakmadan kaybedilen yaşantıları kayıt altına almak istemektedir.
Kitaba adını veren Kayıp öyküsü, kaybı olan ya da olmayan her okuru derinden etkileyecek bir kurguya sahiptir. Öykü, annesini ve babasını değişik zamanlarda kaybetmiş ve kayıp ağabeyini bulma heyecanı ile yola çıkmış kardeşin, kaybettiklerini arayanlar ya da onları bekleyenlerin olduğu gruba dâhil olmak isterken yeni bir kayba gidiş öyküsünü anlatır. Öykünün odağında tarifi zor bir çaresizlik vardır.
Kayıp öyküsü, hep acıma ve şefkat demek olan Pieata’nın hüzün ve çaresizlik dolu ancak “bir gün, belki de…” dedirten gerilimli anını hatırlatır. Kucağında oğlu İsa’nın ölü bedenini tutan Meryem’in acısı ile tüm annelerin acılarını kurgu içinde betimler. Meryem’in çarmıhtan indirilen İsa’nın bedenini kucağına aldığı acıklı ve duygusal an, anne ve oğul arasındaki gerçek sevgiyi gösterir. Anneler kaybettikleri çocuklarını beklerler. Her ikisi arasındaki bağın bir benzeri yoktur. Bu gerçek bir sevgidir ve hiçbir şey bu sevgiyi yok edemez. Geldiği ya da geleceği anı yaşarlar ve umut donuk imgeler gibi hep tazedir. Arzu Bahar belki de bu nedenle toplumsal belleğe ve dolaylı politik söylemlerle güçlü imgelerle göndermeler yaparak gelecekte okunacak yeni imgeler yaratır. Bu yönüyle örtük bir tarih yazıcısı gibidir Kayıp öyküleri…
Arzu Bahar, “Kayıp” öykülerinde bireyden yola çıkarak toplumsal ve evrensel değerlere yaptığı göndermelerle; ölüm, yaşam, ikilem temalarında yakın geçmişin belleğine küçük notlar bırakır.