Ömer Adıgüzel

Ömer Adıgüzel

Bir yol arkadaşı: Zülfü Livaneli

Kimin yaşamında Zülfü Livaneli’nin eşlik etmediği bir anı vardır? Kimi zaman roman kahramanları, kimi zamansa şarkı sözleri yaşamınızın bir bölümüne mutlaka sizinle olmuşlardır. Hasretinize, umudunuza ve isyanınıza önce şarkıları eşlik etmiştir. Besteleri pek çok insanın sesi olmuştur. Sinema dili belki de bir süre sizin de diliniz haline gelmiştir. Öyküleri, romanları ise içten, güvenilir ve kolay değişmeyen bir yol arkadaşı gibidir. Pek çok kişi bu öykü ve romanlarda kendi yaşamının, çatışmalarının, eylemlerinin, rollerinin ve kimliklerinin izlerine rastlamıştır.

Zülfü Livaneli’yi sanıyorum en iyi bu iki sözcük anlatabilir: Yol arkadaşı. O, pek çok kişinin yaşamında bir yol arkadaşı olmuştur. Livaneli bu yol arkadaşlarının çoğunu tanımasa da her üretimiyle yol arkadaşlarını hiçbir zaman yarı yolda bırakmamıştır. Livaneli’nin yol arkadaşlığında deneyimli bir geçmiş yatar. Müzik, edebiyat ve sinema ile birleşmiş, siyasetin sanatına kısa da olsa uzanmış, ama en çok da sanatın siyasetinden vaz geçmemiş bir yol arkadaşlığıdır onunkisi.

Zülfü Livaneli yol arkadaşlarının karşına bu kez bir nehir söyleşi ile çıkıyor. Zafer Köse’nin yaptığı söyleşi kitabı “Livaneli’nin Penceresinden-Batının Kibri ile Doğunun Cehli Arasında-“ adıyla (Doğan, Kitap, 2019) yayınlandı. Nehir söyleşiler sözlü tarihin önemli ipuçlarını verirler. Bir anlatı odağında gelişen söyleşilerde kişinin yakın geçmişi öznel bir biçimde ortaya çıkar. Bu öznellikten nesnel bilgileri çıkarmak ise artık okurun ya da Livaneli’nin yol arkadaşlarının işidir.

Livaneli bu söyleşide pencereden kendine bakmıyor, baktırmıyor. Tam tersi o kendi penceresinden Türkiye’nin kültür, sanat, siyaset politikalarına sanatçı gözüyle bakıyor. Derin saptamalarda bulunuyor. Çağına her yönüyle tanık olmuş bir sanatçının gözlemlerini, eleştirilerini, deneyimli bir yaşanmışlıkla anlatıyor.

Aslında kitaptan okura bir söyleşi havası geçmiyor. Konuşma metinlerinin derinliği ve metin içi göndermeler, sonradan üzerinde biraz daha çalışıldığı izlenimini veriyor. Ancak bu durum kitabın dolu içeriği ve Livaneli’nin estetik süzgecinden geçmiş gözlemlerini asla gölgede bırakmıyor. Tam tersine yakın tarihin ders notlarını elinizde tutuyor gibi oluyorsunuz okurken…

Pencereden bakan Livaneli’nin sözcük ve tümcelerinde, gittikçe çölleşen, değerlerin kaybolduğu, yozlaşmanın daha da arttığı, güzelliklerin yok olmaya başladığı, çirkinliklerin de ayrı bir estetik varlıkmış gibi sunulduğu şeklindeki belirlemeleri, onun yaşama olumsuz yönden baktığı algısı oluşabilir. Oysa Livaneli aksine ve inadına tüm olumsuzluklara karşın kitabının her yerinde küçük de olsa yeşeren vahalardan, umuttan söz ediyor. Sanatçıların umudu beslemek ve yaymak gibi bir görevi olduğunu vurguluyor. Ve bu görüşlerini de şu tümcelerle açıklıyor:

“…Bugünlerde yaşadığımız belalar, toplumsal sorunlar, kötüye gidiş… Bunları görmezden gelerek umut hissetmeyiz. Tersine, bunları net biçimde fark etmeliyiz. Tehlikeleri görmeli, bu duruma gelmenin nedenlerini analiz etmeliyiz. Ama her şeyden önce, çıkış yolunu el ele, omuz omuza bulacağımızı bilmeliyiz. Her şey kötüye gidiyor diye geri çekilmek veya bir çözüm gelir nasılsa diye duyarsız kalmak çok tehlikeli. Bir çözüm kendiliğinden gelmez, ama biz bir çözüm getirebiliriz. Umut budur. Böyle olacaktır. Bunu başarabileceğimizi çok defa kanıtladık…”

Batı ve Doğu arasındaki değerlendirmeleri ise düşünme eyleminin önemini hatırlatıyor. Düşünmeye ilişkin eksiklikler üzerinde dururken yerine göre Batıyı eleştirirken Doğuyu bir zenginlik olarak görebiliyor. Yer yer de buna farklı açılardan bakarak düşünmenin, üretmenin bir coğrafyası olmadığını söylüyor. İnsanın olduğu yerde aydınlanmanın da olacağını, hiçbir otoriter yönetimin de insan zihnine tam olarak müdahale edemeyeceğini vurguluyor.

Mayor Zarafoza’nın betimlemesiyle “Bir Rönesans İnsanının” ya da ömrünüz boyunca yanı başınızda hissettiğiniz bir “Yol Arkadaşınızın” penceresinden ülkenin sanat ve siyaset portresi ortaya çıkıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar