Ömer Adıgüzel

Ömer Adıgüzel

Metin Akpınar ve Müjdat Gezen Olmak…

Metin Akpınar ve Müjdat Gezen olmasaydı, başka birileri Metin Akpınar ve Müjdat Gezen olabilir miydi?
​Sizce Guernica’yı Picasso yapmasaydı başka biri yapabilir miydi? Ya da İnce Memed’i Yaşar Kemal’den başkasının yazması mümkün müydü? 9. Senfoni’nin Bethoven olmasaydı bestelenebileceğine inanıyor musunuz? İstiklal Marşı’nın sözleri Akif’in kalemini beklememiş miydi? Memleketimden İnsan Manzaraları’nı Nazım gibi kim yazabilirdi? Mona Lisa’yı Leonardo da Vinci’den başkasının yapması mümkün mü? Düşünen Adam heykeli Rodin olmasaydı bu kadar yaşamımızda olur muydu? Bu tür örneklere elbette yüzlercesi eklenebilir.
​Bir de şu açıdan bakalım; ampülü Thomas Edison bulmasaydı bugün hâlâ ampül kullanmıyor olabilir miydik? Ya da yer çekimini Isaac Newton, suyun kaldırma gücünü Arşimet bulmasaydı bu keşifler başka birileri tarafından da yapılmaz mıydı? Elbette her biri mutlaka bir şekilde bulunacak ya da icat edilecekti. Sözgelimi COVİD-19 aşısı da birden fazla bilim insanı tarafından eş zamanlı olarak araştırıldı ve farklı ülkelerde aynı amaçla birden fazla aşı bulundu. Çünkü bilimsel ve akademik bilgi, birbirinin üzerine konularak ilerler ve bilimdeki yaratıcılık “buldum” denilen aydınlanma aşamasına kadar aynı süreçte devam eder.
​Bilim ve teknikte ortaya konulan ürün ya da düşünceler elbette yaratıcılık ürünüdür ancak sanatsal bir değer taşımaz. Sanatsal yaratma, bir yandan boş zaman etkinliği gibi değerlendirilirken başka bir yandan da çok özel ve dahi kişilere özgü bir yeti olarak ele alınır. Her iki değerlendirme de önemli eksiklikler içerir.
​Sanatın hangi türü olursa olsun her sanat ardında bir dünya görüşü barındırır. Sanatçının, sanatın farklı formlarını kullanarak her zaman aktaracak bir iletisi yani söyleyecek bir sözü vardır. Ortaya çıkardığı ürün ya da düşünce biriciktir, tektir. Seri üretime dönük değildir. Zamana karşı değerinden hiçbir şey kaybetmez. Gerçeklik anlayışını hep korur. Sanatsal ürünün günlük yaşamı kolaylaştırmak gibi doğrudan bir hedefi de yoktur.
​Sanatçı imgeleri kullanır ve düşüncelerini sembollerle ifade eder. Çoğu zaman onun düşünceleri mevcut iktidarın yönetim anlayışları ile örtüşmez. Örtüşmek zorunda da değildir. Çünkü sanat, çatışmalar üzerine kurulur. Bu nedenle bir sanatçının ya da sanat anlayışının gerçeklik anlayışına uymayan politik bir anlayış ya da icraat, elbette sanatçılar tarafından eleştirilebilir.
​Eleştiri, almasını bileni olgunlaştırır; bilmeyeni ise ya savunmaya ya da saldırıya geçirir. Kendine güvenmeyen yönetimlerin ortak özelliği ise tüm olumsuz eleştirileri susturmanın yollarını aramaktır. Engellemek, sansürlemek, yasaklamak ile başlayan bu sürecin şiddeti artarak zamanla kapatma, son verme ya da ortadan kaldırmaya kadar ulaşır.
​Sanatın veya tiyatronun kimseye ders vermek, haddini bildirmek gibi bir amacı aslında yoktur. Her sanat türü ve anlayışı gibi tiyatro da kendi gerçeklik anlayışında sanatsal üretimini devam ettirir. Elbette bu üretim yaşanılan çağın etkisinden uzak kalamaz. Çünkü tiyatro yaşamın kendisidir. Ancak bu yaşam, estetize edilmiştir ve gerçeklik anlayışını “bir başka biçimde” aktarır.
​Bu nedenle her oyuncunun ister sahnede sanatsal bir üretimin parçası olarak ya da sahne dışında sade bir vatandaş olarak eleştiri yapma hak ve özgürlüğü bulunmaktadır. Metin Akpınar ve Müjdat Gezen de uygun bulmadıkları konuları eleştirme haklarını kullanmışlardır. Ancak şöyle bir fark vardır; onlar, yaşamlarına yüzlerce oyun/film sığdırmış, yüzlerce farklı karaktere hayat vermiş ve sanatsal üretimleri ile binlerce insanın bir şekilde yaşamını etkilemiş sanatçılardır. Onlar toplumun ve sanatçının sağ duyusunun en somut temsilcileridir.
İşte bu nedenle bugün, başka bir Metin Akpınar ve Müjdat Gezen olmadığını göz önünde bulundurarak eleştirileri dinleme ve sanatçının sağ duyusuna kulak verme zamanıdır.
Bu arada unutmadan, Müjdat Gezen ve Metin Akpınar olmasaydı o eleştirileri onlar gibi yapabilecek başka birilerini tanıyor musunuz?

Önceki ve Sonraki Yazılar