BİR EPİSTOMOFOLOJİK MUHABBETE YAHUT SİNE ARAS AKTEN’E DAİR

YouTube kanalımız Forward TV’yi yeni kurduğumuz günlerdi. Heyecanla içerikler üretme azmi içinde idik. Sanat, Bilim, Düşünce adına farklı şeyler söyleme adına gündeme farklı bir gündem getirme, biat korkusu olmadan, grup, cemiyet, vakıf korkusu olmadan, özgür bir solukla bir şeyler ortaya koyma kararlılığı içinde yani. Azmin, düşünmenin ihanet emaresi gibi görüldüğü, düşünme ve sorgulamanın silahtan tehlikeli görüldüğü, kendinden olmayan her derde elinde avuç avuç çare ile gelse Azrail görmüşçesine korkulduğu, kürsülerinde bilimsel verilerin değil insanların ayrıştırıldığı ülkemin üniversiteleri yüzünden heba olan birikimler için kürsü olmaya azmetmiş bir ortam olmalıydık.

          Başta kulak verenler yol ortasında tükenip nefessiz kaldılar. Konuşulanlardan korktular. Tımarhanede akla ve izana çağıran delinin haliydi bizimkisi biraz. Delilik iyi geliyordu kimilerine. Düşünmenin hakkı pervasızca söylemenin, beyin fırtınası yapmanın hiç yaşanmamış yorgunluğunu duydular daha kendisini yaşamadan. İşte böyle bir atmosferde pandemi gibi psiko sosyal bir sarsıntı ile sarsılırken yürekler Mahzuni Şerif’in dediği gibi:

Yaşamaya geldim ben de dünyaya

Elimi kolumu bağlama benim

Komşular koşuyor (geziyor) yıldıza aya

Dağların başında eğleme beni

      Başka kategorilerde demekti önemli olan. Asıl mühim olan da bütün bu manzaranın sahibi ve müsebbibi güruhun üste çıkacak cesareti kendilerinde bulup, çaldıkları akademik unvanlar sahiden kendilerininmiş gibi malumatfuruş kakafonilerle zihinleri kirlettiği bir zeminde Mahzuni babanın devam eden şu mısralarını bir kere daha ilmi hususiyetini yitirmiş o, oturan gölgelere hatırlatmak gerekliydi altını çize çize:

Körpecik aklımı kandırma boşa

İnsanlar benzemez beyinsiz kuşa

Avareyim diye etme temaşa (telaşa)

Bir dilim ekmeğe bağlama (eğleme) beni

 

       Üç beş yıllık ömür için “elalem” putunun gölgesinde uyuyamayanların çilesiydi bu. Dün farklı sebeplerle kapımızı aşındıran menejerler lütufta bulunma edası ile cümle kurmaya başladığı sırada tevazusu sesinin yumuşaklığında saklanmış insanlar çıkageldi bunca karanlığın arasından. Kimler yoktu ki aralarında Tarihçi Prof. Dr. Zehra Aslan, Aşık Mahzuni Şerif’in yadigarları kıymetli ağabeyim Bülent Ali Mahzuni ve değerli ablam Derya Mahzuni (Demir), değerli hocam Dursun Kuveloğlu, hem meslektaşım hem aynı disiplinde olmaktan onur duyduğum kıymetli arkadaşlarım Dr. Müge Göncü, Dr. Berna Uslu Kaya sevgili Dr. Damla Aktan yer yer seslendirmeleri ile bize destek olan sevgili Tarihçi Doktorant Nesli Özkay, Melda Vatancı, bunlardan birkaçı idi. Arşivden programına katkıda bulunan daha pek çok isim var. Hepsi birbirinden kıymetli, sanatçı, öğretmen, akademisyen…Bir de biri var, bunlar arasında sevgili Dr. Sine Aras Akten. Pek çoğunuzun pek çok kanalda dış haberler vasıtası ile gördüğü, yaptığı her işin mutluluğunu ciddiyetle ve gülümseme ile aurasında harmanladığı bir isimdir. – Hoş aurayı bilimsel karşılığı olduğunu düşündüğümden değil mecazi anlamda kullandım.-

      Bir konferansımda bahsetmiştim. Seven sevdiğinden konuşmak ister. Bu eski bir Divan şairi düsturudur bir yerde. Sine Aras Akten’de de böyle bir hal var. Kendi disiplini üzerinden bilgiye dair ne varsa konuşursunuz onunla. İlk yayınımızın ardından uzun bir süre geçmişti. Bir anlamda böyle epistomofil bir aydınla sohbet etmenin tadını kanalda sadece ben değil takipçiler de çıkarmış olacak ki 45 dakika olarak hesaplanan yayın bir saati aştığı halde hep olumlu ve teşvik edici yorumlar aldık. Hoca ile konuştukça bir ara yayında olduğunuzu bile unutup atmosfere kaptırıyorsunuz kendinizi. Ondaki bu duyuş bizi ve izleyen herkesi kuşatıyor. Onu da bu güzel sohbeti de bu yazı etrafında dinlemeniz adına linki şuraya bırakıyorum:

https://m.youtube.com/watch?v=H-CYztMCTNo&t=1869s

Önceki ve Sonraki Yazılar