S. Ersu Hızır

S. Ersu Hızır

Bilim ve cehalet

Çocukluğumuzda halk arasında Bilgili kişiye okumuş derlerdi.

Ona büyük saygı gösterilir, konuşmaları ilgiyle izlenirdi.

Yazılar jiletle, çakı ile sonraları kalemtıraş ile açtığımız kurşun kalemlerle yapılırdı.

Kâğıt kutsaldı. Kâğıtlar arkalı önlü kullanılırdı.

Anne babalarımız yerde bir kitap yaprağı görse onu alır, yüksek bir yere koyardı.

Bizlerin okuması için her türlü fedakârlığı yaparlardı.

Bunda Cumhuriyet'in aydınlanma ateşinin etkisi büyüktü, ama tek neden bu değildi.

Okuyup öğrenme konusunda Peygamberlerimizin söylediği sözleri de anımsayalım.

Peygamberlerimiz : " Bana bir harf öğretenin kulu kölesi olurum",

"Beşikten mezara kadar öğrenmeğe çalışınız."

Sözleri ile cehalete karşı olduklarını vurgulamışlar.

Aslında İslam dininin bir emri daha var.

"Bilgiyi Çin'de bile olsa arayınız."

Peygamberler cehalete karşı olduklarını bilime inandıklarını böyle ifade etmişler.

Osmanlı padişahları da bilginlere saygı göstermiş onlara büyük değer vermişler.

Fatih Sultan Mehmet'in, hocası Molla Gürani ata binerken yularından tutup binmesine yardımcı olduğu tarih kitaplarında yazıyor.

Mısır seferinden dönerken zamanının büyük alimlerinden, şair ve tarihçi İbn-i Kemal Ahmet Şemsettin Efendinin atı, Padişah Yavuz Sultan Selim'in üzerine çamur sıçratmış Hocasının tedirginliğini gören Yavuz Sultan Selim:

"Bu çamur, bizim kaftanımızın ziynetidir. Öldüğümüzde sandukamıza örtülsün!"

Diyerek, hocasına ve bilgiye olan saygısını ifade etmiştir.

Padişah 2. Murat’ın yabancı dillerden Türkçe ‘ye çevirttiği tarih, tıp, matematik, müzik eserleri kültür, fikir ve sanat yaşamımızda yeni bir dönem başlatmıştı.

Sultan Murat'ın Yazıcıoğlu Ali Çelebi'ye yazdırttığı ' Selçuk Oğulları Tarihi' Paris ve Berlin müzelerinde sergileniyor.

Ya biz ne yaptık. Bu güne kadar bu eserleri bastırıp yayınlayamadık.

Yani Osmanlı demekle tarihe sahip çıkılamıyor.

Kurtuluş Savaşı ve sonrası verilen mücadeleler hep bilim ve fen dalında olmuştur.

Düşünün: Eldeki verilere göre 1923 yılında nüfusun sadece %10'u okuryazar idi.

Cumhuriyet'in kurulması ile beraber halkın cehaletini yenmek için önce Türk alfabesine geçilmiş, sonra Halkevleri, Köy Enstitüleri, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde okuma yazma kursları düzenlenmişti.

Kısa sürede okuma yazma oranı artmıştı.

Ama yeterli değildi.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk bunun için devlet işlerini büyük ölçüde İsmet İnönü’ye bırakırken, dil, tarih, kültür ve sanat işleri ile daha yoğun ilgileniyordu.

Yeni üniversiteler kurulurken bunların bilimin ışığında birer ilim irfan yuvası olmasını istiyordu.

Ankara'daki Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinin dış cephesindeki "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" alın yazısı onun anlayış ve hedeflerini belirtiyordu.

Devletin bir yandan sınırları ötesinde cereyan eden 2. Dünya Savaşına karşı tedbirler alırken, diğer yandan emperyalist ülkelerin içerde çıkarttıkları isyanları bastırmaya çalışırken dahi okuma yazma seferberliklerini tüm olanakları ile sürdürmeye çalıştı.

1935 yılı nüfus sayımına göre erkek nüfusun %23,3'ü, kadınların ise %8;2'si okuma yazma bilir hale gelmişti.

Oysa 1870 yılında İspanya'da okuryazarlık oranı %30, Fransa'da %69, İngiltere'de %76, Almanya’da %80 oranındaydı.

Türkiye’nin 1990 yılın da nüfusunun %80'i okuryazar hale gelmişti.

Yani Almanya'dan 120 yıl sonra bu orana ulaşabilmiştik.

Osmanlı'nın yükselme döneminde Padişahlarının bilime önem vermesine karşın, sonradan hurafelere inanan, cahil din adamlarının baskısı ile bilimden uzaklaşan toplum bir dönem dünyaya ve Avrupa'ya önderlik ederken, bu kadar geri kalmıştı.

Bunda matbaayı yasaklayan, kültür sanata karşı çıkan din bezirgânlarının payı, suçu ve gü- nahı çok değil mi?

Bu günde bunların izinde giden birilerin olduğunu görmek hepimizi üzüyor.

Hele rektörlük makamına oturmuş bir kişinin toplumun cahil kalmasını istemesini anlayabilmek mümkün mü?

Türkiye ilerleyecek ise, Türkiye kalkınacak ise bunun yolu bilimsel çağdaş eğitimden geçmekte.

Teknolojinin nimetlerinden yararlanan, ama ulusal teknolojiyi geliştirecek eğitimi engelleyenlere tarih sorumluluklarını bir gün mutlaka hatırlatacaktır.

İktidar ya da muhalefetteki siyasiler de bu sorumlulukta payları olduğunu unutmamalıdırlar.

İyi pazarlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar