Süleyman Karan

Süleyman Karan

Emeğin düşmanlarını tanıma kılavuzu

1 Mayıs 1886’da, 8 saatlik iş günü hakkı için mücadele veren işçilerin gösterisine atılan bir bombayla başladı 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nün tarihi. ABD’de, kapitalizmin hızla serpildiği, katliamlar ile işgal edilen o topraklarda... Korkunç bir emek sömürüsün yaşandığı o tarihlerde, 1 Mayıs 1886’da, grev ve gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Irklar arasındaki dayanışma da o gün en yüksek noktaya ulaştı. Louisville, Kentucky’de 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü. O dönemde, Louisville’deki parklar, siyahlara kapalıydı. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte Ulusal Park'a girdi. Her eyalet ve kentte, siyah ve beyaz işçilerin birlikte yaptığı gösteriler, gazeteler tarafından, ‘Böylece önyargı duvarı yıkılmış oldu’ şeklinde yorumlanmıştı. Eşitlik ve özgürlük için bir arada yürüyordu emekçiler... Chicago ise tam bir sanayi kentiydi, buradaki greve katılanların sayısı 400 bini aşmıştı. Patronlar da, devlet de tir tir titriyordu. İğrenç bir komplo kurmaya giriştiler.

Bombayı atan patronlardı

O gün Chicago Haymarket’da o bombayı atanlar, patronların yolsuz devletine uşaklık yapan gizli polis ve mafyaydı. Bu provokasyon sonrasında sistemin uşağı hakimlerin kararı ile idama mahkum edilenler ise anarşist işçi önderleri oldu. Hikaye, aslında bizim 1977 1 Mayısı’nda bildiğimiz hikayaden farklı değil. İşçi sınıfının güçlenmesinden rahatsız olan patronlar ve derin devletin provokasyonundan farkı yoktu bu kumpasın da. O dönemde işçi hareketinin başını anarko-komünistler ve anarko-sendikalistler çekiyordu. Devletin hedefi de onlar oldu. Tüm ülkede eylemler oluyordu. 1 Mayıs’ta Chicago’da yaşanan, ABD’nin başka kentlerinde de yaşandı. Ama en güçlü gösteri Chicago’daydı. Bu sebeple 400 bin işçinin katıldığı greve karşı grev kırıcıları ve polisi saldılar. Bunun üzerine anarşistler ve sosyalistler bir protesto mitingi çağrısı yaptı, katılım yüksekti. Patronlar ve devlet korkmuştu ve yapacaklarını yaptılar. Bir bomba patladı. Ardından polis işçileri taradı. Kaç işçinin o gün o meydanda öldürüldüğü hala tam olarak bilinmiyor. Bu bombalı provokasyonu yapanlar, hemen aşağılık komplolarını devreye soktu. Provokasyonun hemen ardından polisi saldılar anarşistlerin ve konünistlerin üzerine... Yandaş medya, satılmış kilise, siyasetçiler anarşistleri hedef gösterdi.

Cinayet işlediler

Sendika büroları, muhalif gazeteler, yayınevleri, işçi önderlerinin evleri basıldı. Hapishaneler işkence merkezlerine dönüştürüldü. Korku salmak için bu yeterli değildi, şerefsizlik sırası halk düşmanı hakimlerdeydi! Öç almalı, bunu da can alarak yapmalıydı sistem. Halk düşmanı hakimler emri yerine getirdi. Papazlar işçi liderlerini katil ilan etti. Yandaş gazeteler intikam çığlıkları attı. Tutuklanan işçilerden sekizi yargılanmak üzere seçildi, çoğu işçi hareketinin yönlendiricilerinden anarşistlerdi: Albert R. Parsons, August Spies, Samuel J. Fielden, Michael Schwab, Adolph Fischer, George Engel, Louis Lingg ve Oscar Neebe... Aralarından en gençleri olan Louis Lingg idamından bir gün önce intihar etti. Albert R. Parsons, Adolph Fischer, George Engel ve August Spies idam edildi. Resmen göz göre göre devlet cinayet işledi. Mahkemenin elinde tek bir kanıt bile yoktu! Her şey aşağılık bir dolaptı. Hakim bir hakim gibi değil, bir katil gibi konuşuyordu duruşmada. Hala öç peşinde iktidarlar Ama bu kumpas işe yaramadı. 1889’da toplanan, ilkine göre anarşistlerin etkisinin azaldığı, sosyalisterin daha etkin olduğu İkinci Enternasyonal’de, Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle, 1 Mayıs gününün tüm dünyada Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kutlanmasına karar verildi. O günden bu yana işçilerin elde ettikleri tüm haklar, işte bu olayın eseridir. Her ne kadar neo-liberal küresel sistem bu hakları budamaya çalışırsa da bu böyle... Şimdi, tüm dünyada örgütsüzleştirilmeye çalışılan bir emek hareketi var, işte bu sebep ile bu salgın günlerinde en büyük ceremeyi çekenler işçiler. İşte bu sebep ile ülkemizde virüsün kucağına atılan işçiler. Sistem böyle, sistem işçi düşmanı, bu gerici faşizan patron maşası iktidar da bu ülke tarihinin gördüğü en gerici emek düşmanı iktidar. Bunların ne olduğunu biliyoruz zaten! O günkü satılmış kilise ile bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı aynı derecede işçi düşmanıdır. O gün o cezayı kesen hakim ile bugünkü bağımlı yargı aynı tıynettedir. O günkü ABD’deki sermaye uşağı hükümet ile bugünkü iktidar birdir. O günkü polis ile bugünkü polis de öyledir. O günkü 1 Mayıs ile 1977 1 Mayısı birdir. O gün öldürülenler ile bir trafik polisinin kurşunu ile katledilen Mehmet Akif Dalcı da birdir.

Bürokrat değil, aktivist gerek

Emek hareketini güçten düşüren, kazanılmış haklarının tek tek geri alınmaya çalışıldığı günlerde, bir şeyleri hatırlamak gerek sanırım. O meydanda ölenler, ardından idam edilenler, onurları ile öldüler. Tüm dünya emekçileri o günden bugüne söke söke bazı haklarını aldılar, örgütlülükleri sayesinde. Çalışma saatlerinden sosyal güvencelere kadar... Bugün eğer bu haklarını kaybetmekle karşı karşıyasalar, dönüp bir emek hareketine, sendikalara göz atmak gerek. İşte burada gördüğümüz, bırakın sisteme uşaklık yapan sarı sendikaları bir kenara, anlı şanlı ‘devrimci geçinen’ sendika bürokratlarının yetersizliğidir de. Bir Chicago’da öldürülen emek hareketi aktivistlerine bakın, bir de bunlara, farkı hemen göreceksiniz. Bu ülkeye, bu dünyada çok daha onurlu, çok daha hedef odaklı, çok daha cesur ve sürdürülebilir bir emek örgütlenmesi gerek. Virüs değil, örgütsüzlük öldürür, bu da bize ders olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar