T. Murat Demirbaş

T. Murat Demirbaş

PERDELER “YAŞAM” İÇİN KAPALI!!!

“27 Mart Dünya Tiyatro Günü” bu yıl perdeler kapalı iken kutlanıyor. Tiyatrocular her ne kadar seyircileri ile aralarına “sosyal mesafe” koymuş olsalar da bunu yaşamı savunmak için yaptıklarının farkındalar. Tüm dünya “Pandemi” ile mücadele ederken ülkemizde de Ödenekli ve Özel Tiyatroların tamamı perdelerini kapattı. “Perde kapatmak” deyimi normalde sarsıntılı, umutsuz ve çaresiz bir durumu işaret etmek için kullanılsa da; bu kez perde kapatma nedeni daha çok yaşatmak, salgını önlemek ve gelecekte daha güçlü perdelerini açabilmek adına yapıldığından içinde umudu, sorumluluk duygusunu ve mağrur bir bekleyişi barındırıyor.

Hatırlayalım. Her yıl tiyatrocular ve seyirciler bu günü nasıl kutluyordu? Ödenekli Tiyatrolar öncesinden büyük bir caka satarcasına basına “27 Martta seyircilerimize salonlarımızı ücretsiz açıyoruz” diye beyanlarda bulunur ve büyük bir sosyal sorumluluğu yerine getirdiğini düşünerek hayatında hiç tiyatroya gitmemiş olanlar da tiyatro izlesinler, tiyatronun eğitici ve eğlendirici yönünü görsünler, bilet parasını düşünmesinler, yeter ki salonlarımıza gelsinler diye bu durumu hararetle savunurlardı. Başka bir tiyatrocu grubu ise; “Yahu bugün bedava tiyatro izleme günü değil; tiyatronun öneminin ve işlevinin tartışıldığı, tiyatro yapanların ve izleyenlerin sorunlarının gündeme getirildiği ve devletin hiç değilse yılda bir gün de olsa dikkatini bu alana çekmesinin önemli bir fırsatı” diye karşı çıkarlardı.

Yine başka bir tartışma da “Dünya Tiyatrolar Günü” değil! “Dünya Tiyatro Günü” tartışmasıydı. Eğer Dünya Tiyatrolar Günü olsaydı biz tiyatrocular ve meslek örgütleri hatta tiyatro işletmecileri bir araya gelir kendi içimizde bugünü kutlardık. Ama bugün “dünya tiyatro” günü. Yani; seyircisiyle, oyuncusuyla, çalışanı ile yöneticisi ile tiyatro eyleminin gerçekleşmesi sürecine dâhil olan tüm unsurların bu gerçekleşen eylemi kutlama ve hatta bir nevi kutsama günü.

Bu yıl bu tartışmaları yapacak ortam kalmadı. Ama evde kalan tiyatrocular için “insan”a ve “insanlığa” dair düşünme fırsatı var. “İnsan” yaşama mücadelesi veriyor. Bu ölümcül salgından korunmak ve korumak birinci gündemini oluşturuyor. Salgının olumsuz sonuçları “insanlığı” sosyal ve ekonomik alanda büyük sorunlarla karşı karşıya getirebilir. Yani bugün insanlığın en büyük davası “yaşamak”tır.

Dünya yeni bir eşiğe geldi. “İnsan”ın ve “insanlığın” bu eşikte sınanması gündemde artık. Bu salgın başka pek çok sosyal ve ekonomik konuyu tartıştırıyor. Kapitalist sistemin tıkandığı ve küreselleşme iddiasındaki emperyalizmin insanlığı bu noktaya getirdiği konuşuluyor. Tiyatrocular tüm bunlara kayıtsız kalabilir mi? Elbette kalmayacak. Yeni oyunlar yazacak ve sahneye taşıyacak. Dünyayı bu noktaya getirenlerle “insanlık” da “tiyatro” da hesaplaşacak… Yeniden “yaşam” kazanacak… yeniden “insanlık” kazanacak… yeniden “tiyatro” kazanacak…

Sanatın ritüelistik kökeni insanın doğayı tanıyıp ona uyum sağlaması sonucu sosyalleşmesinin bir sonucu olarak doğum-düğün-ölüm gibi eşiklerde yaşama tutunma ve ayakta kalma duygusuna işaret ediyordu. Batılı kaynaklar tiyatronun “Bağbozumu Şenlikleri”ne dayanan öyküsünün başlangıcında yine “yaşama sevinci ve coşkusunun” yarattığı ortama dikkat çekiyorlardı. Sevinçlerin de acıların da paylaşılınca değerleneceği gibi. Tıpkı bugünlerde yalnızca kendini değil karşındakini yaşatarak ayakta kalabilirsin düşüncesi gibi. Bencilliğin değil paylaşmanın, özel mülkiyetçiliğin değil kamuculuğun yükselen sesi gibi.

İnsanlık bu eşiği yaratıcı bir mücadele ile aşacak. Tıpkı Bağbozumu Şenlikleri’ndeki gibi birlikte ürettiğini birlikte kutlayarak aşacak. Ölümü bile, acının birlikte paylaşıldığı törenlerde karşılayarak aşacak. Tıpkı bugünlerde Umudu tüketenleri tarihin çöplüğüne göndermek için antresini evde kalarak bekleyen oyuncu gibi heyecanla…

Önceki ve Sonraki Yazılar