T. Murat Demirbaş

T. Murat Demirbaş

Sanatçı Her Şeye mi Muhalif Olmalı?

Günümüzde sanat kavramı herkesçe kutsanmasına rağmen “gerçek sanatçı” gereken ilgi ve özeni göremiyor maalesef.

Bunun nedeni, bu iki kavramın aynı potada değerlendiriliyor olması ile ilgili. Oysaki sanatçının estetik ve yaratıcılıkla ulaştığı ürüne ancak sanat diyebiliriz. Tabi bunca emekle yarattığı esere ise her zaman sanat demiyoruz, diyemeyiz. Dolayısıyla her emek harcayana sanat yaratıcısı denemeyeceğinden “sanat” kavramının tam olarak gerçekleştiği koşullara daha yakından bakmalıyız.

Daha da önemlisi sanatçının bu yaratma sürecinde dayandığı noktaları yani, evrensel ve derinlikli ifadesinin altında yatan gücü iyi belirlemeliyiz ki; her kendine sanatçıyım diyenin sanat yaratamayacağını anlayalım.

Sanat kavramı insanın, “insan” olma sürecinde hiç kuşkusuz yetkinleşmiş “özgünlük”, “estetik” ve “yaratıcılık” gibi değerleri hatırlatıyor bizlere. Sanatın kavramsal olarak ortaya çıkışının sınıflı toplumun başlangıcına denk düşüyor olması ise sanatçı ile toplum arasındaki ayrılmaz ilişkiye işaret ediyor.

İçinde bulunduğu çağa ve topluma yazgılı olan sanatçı “akıl” ve “duygu” dağarcığı ile bir üst algı biçimini, estetik bir gözden geçirme ile yaratıcı bir sonuca ulaştırıyor.

Sanat kavramının ölümsüzlüğü ise insanın “güzel”e olan yatkınlığı ve “eğlenceli bir dile” olan ilgisi ile ilişkilendirildiği gibi sanatçının bağlı olduğu sınıfsal birikimin tüm değerlerini de içinde taşıyor.

Yani sanatçının ürettiği sanatsal yaratı, sanatçıyı yetiştiren koşulların toplamından ve toplumsal belleğinden bağımsız değildir. Onun farklılığı özgün bir algılayışla yaratı sürecinde geçirdiği evrelerdeki bilgi ve bilinci harmanlama becerisinde saklıdır. Tüm bu süreç onun, güzele ve iyiye olan insan özündeki cevhere duyduğu tutku ile gerçekleşir.

Bugün gelinen noktada sanatçının özgür, evrensel ve sıra dışı oluşu gibi kavramların içeriğinde ve sonuçlarında şaşırtıcı çarpıtmalar görüyoruz. Dünyanın en büyük sanatçılarının (şairler, ressamlar, müzisyenler...) eserlerine baktığımızda onu var eden kültürel, entelektüel, etik ve hatta ekolojik değerlerin sağlam bir harcının üzerinde yükselen bir yapıt görürsünüz. Onun her dilden, her kültürden, her coğrafyadan insana seslenebiliyor olmasında bu sağlam harcın reddedilmesi asla kutsanamaz. Bilakis bu sağlam harç ondaki kavrayışın derinliğini gösterir. Hiçbir kültüre ve değere ait olmama eğilimi evrensellikle açıklanabilir bir sonuç olamaz. Olsa olsa kültür emperyalizminin bilinçli bir saptırmasıdır. Ve buradan sanat değil bohem dolu sayıklamalar çıkar ancak.

İşte bugünlerde “sanatçı her zaman muhaliftir” söyleminin dayandığı çürük temel de tam burasıdır.

Sanatçının misyonu her şeye muhalefet etmesi değil “çağına tanıklık" ederek deyim yerindeyse "isabetli" muhalefet etmesidir. Muhalefet ediyorum sanarak birilerinin avucunun içinde sanat eyleyen nice süreçler yaşandı dünyada.

Sanatçının ilericiliği, yaratma özgürlüğünden, özgünlüğünden ve çağının koşullarını iyi okuyup, insanlığın kurtuluşunda inandığı yolu korkmadan ve coşkuyla gösteriyor olmasından gelir. Yoksa ortalıkta her şeye karşıyım iddiasıyla bohem, umutsuz, çaresiz dolaşması ve yerini bulmayan-özgün olmayan sayıklamaları bir sanat düzeyi oluşturmaz.

Özellikle şimdilerde sosyal medya propagandası üzerinden kendine muhalif sanatçı kimliği devşirmeye çalışanların bu çabası beyhudedir. Zaten bu anlayıştaki kişiler özgün, iz bırakan bir sanat yarat (a) madıkları gibi ancak ödünç aldıkları “sanatçı” kimliği ile bir süre aykırı bir yaşam sürmenin marjinalliğinde yok olup gitmektedirler.

Ayakları yaşadığı toprağa basmayan, gözünü geleceğe çevirmeyen, insanlık tasına su taşımayan, gelenekten damıtılmamış hiçbir sanat eseri evrensel ve ölümsüz olamaz.

Yerel kimliği değersiz gören evrensel olamaz, milli olamayan enternasyonalist (evrensel) olamaz; yani vatanı olmayanın kültürü de olmaz.

Sanatçının içinde bulunduğu topluma eleştirisi ile kültürüne saygısını ve katkısını birbirine karıştırmamak gerek. Sanatçı önce içinde bulunduğu toplumun ürünüdür. Yoksa tanımlama bile yapamayız. Çünkü tanımlama bile bir kavramı diğer bir kavramla anlatmayı gerektirir. Bütün kavramların havada uçtuğu ve hiçbir kökü olmadığını varsayarsak elimizde derin bir yalnızlıktan öte bir şey kalmaz.

Ya da şöyle soralım: Dostoyevski ve Tolstoy neden büyük sanatçılardır? “Büyük Rus Ruhuna” inanıp onu ortaya çıkarmaya çalıştıkları için. Aynı şekilde Goethe Alman kültürünün ve ruhunun en karakteristik özelliklerini taşır.

Sanatçının yaşadığı topluma karşı eleştirisi onu yok saymak, aşağılamak ve küçültmek için değil tam tersine “o” kültürün dayandığı sağlam değerleri ve duruşu hatırlatarak kendine gelmesini sağlamak içindir. Sanatçının bu hareket noktası ise onun ahlaki duruşunun göstergesidir.

Kültür emperyalizmi sürekli kültürel farklılıklardaki çatışmayı derinleştirmeye çabalar. Ve hep bir derecelendirmeyi hissettirerek kendini dayatır. Yani o kültürün özgürlüğünü savunuyormuş gibi görünerek aslında onu bir alt sınıfa yerleştirme gayreti taşır. Örneğin “kültürlerarasılık” kavramı üzerinden yerel kültürlere olan ilgisi o kültürü tanıtmaktan öte o kültürün asla ulaşamayacağı kendi kültürüne olan mesafesini hatırlatıyor olması amacını taşır.

Sanatçının sıra dışı ve özgür olması ile ilgili tartışmada belirleyici olan temel ilke nedenselliktir. Sanatçının özgürlüğü değil eserin özgürlüğü önceliklidir. Sanatçının asıl o eseri yaratırken yürüdüğü “yol” özgür olmalıdır. Yoksa zaafların ve egonun sınırlanamaz tuzağına düşmek kaçınılmazdır.

Arkasında özgün bir yaratım, farklı bir akıl yürütmenin olmadığı kavrayış, derinlikli bir söyleyişe hizmet etmeyen bir ifade olmayacaksa sanatçının özgürlüğü neye yarayacaktır? Yalnızca ona istediği gibi davranma hakkı tanıyarak sorumsuzluklarına kalkan mı olacaktır?

Tarih sıradanın içindeki ayrıntıyı ararken kendi benliğini feda etmiş sanatçılarla doludur. Sıra dışı acıları çeken, eserinin özgürlüğü için sıra dışı kavgaları veren, bu yüzden talihsiz ölümleri ile tarihe yazılan yüzlerce sanatçı...

Sanatçının asıl özgürlüğü ortak insanlık ülküsüne duyduğu inanç sayesinde gerçekle kurduğu ilişki biçiminde ancak bir ihtiyaçtır. İşte bu yüzden sanatçının muhalifliği de halkının devrimci birikimini taşıyarak geleceğin aydınlık umutlarını işaret ediyorsa anlamlı olur. Yoksa kendine muhaliflik maskesiyle özgürlük istemekten öteye geçemez.

Önceki ve Sonraki Yazılar