Eğitimde alarm zilleri çalıyor

Geçtiğimiz günlerde (OECD), 2000 yılından bu yana yaptığı, PISA’nın 2015 sonuçları açıklandı. Türkiye’nin matematik, okuma ve bilim karnesi ise kırıklarla dolu. Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı olan PISA, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından, 3 yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırma projesi. Türkiye’nin, 2003’de dâhil olduğu PISA sınavları, aynı yıl 30’u OECD üyesi, toplam 40 ülkede uygulanıyor. 2006’da programa 17 yeni ülke, 2009’da 64 ülke katılıyor.2015’te ise 70 ülkede uygulanıyor. Veriler hem Türkiye’nin diğer ülkelere göre durumunu, hem de sonuçlarıyla ülkenin eğitim politikalarına dair önemli ipuçları veriyor. 15 yaş grubu öğrencilerine uygulanan sınavın en son verileri 2012’de açıklanmıştı.

 

Eğitimde 2003 yılının gerisindeyiz

 

PISA 2015 sonuçları, 2003 yılının bile gerisinde kaldı. 2003 yılında 434 olan fen puanı 425'e, 423 olan matematik puanı 420'ye, 441 olan okuma puanı ise 428'e düştü. Türkiye, fende 70 ülke arasında 52'inci, matematikte 49'uncu, okuduğunu anlamada ise 50'inci sırada. Siyasetçilerin yap-boz tahtasına çevirdiği eğitim politikaları, müfredat ve eğitimcilerin durumu, veriler incelendiğinde dünyada istisna birkaç ülke haricinde, ülkemizde de iç acıcı göründüğü söylenemez.  Albert Einstein’ın “Aslında herkes bir dâhidir, ama siz kalkıp bir balığı, ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirir” sözleri eğitim sistemini bir kez daha sorgulamamızı öngören önemli bir sözdür. Yetkinliği tartışılır bireylerden oluşan yönetimler ve ezberci sistem, sadece balığı ağaca tırmanmaya zorlamakla kalmıyor, ayrıca balığı aşağı indirip, onlarca kilometre de koşturuyor. Türkiye’de son 14 yılda 6 kez Milli Eğitim Bakanı değişti. 14 yılda eğitim sisteminde 13 temel değişiklik yapıldı. Bunların arasında üniversiteye giriş katsayıları, müfredat değişikliği, üç yıllık lise eğitiminin dört yıla çıkarılması, LGS yerine, OKS; OKS yerine 3 aşamalı SBS’nin gelmesi, daha sonra yeniden tek sınava dönülmesi, üniversite sisteminin yeniden YGS ve LYS olarak iki aşamalı olması, düz liselerin Anadolu lisesi olmasından imam hatip liselerine, 4+4+4 eğitim sistemine, dershanelerin temel liseye dönüştürülmesi ve proje okullara kadar pek çok örnek vermek mümkün.

 

Çocuklar bu süreçte kobay oldu

 

Eğitim sistemini bu haliyle yürüten, yap-boz tahtasına çeviren yöneticiler acaba bu uygulamalarından gurur mu, utanç mı duyuyorlar. Kendini balık gibi hisseden ne kadar fazla öğrenci olduğunun acaba farkındalar mı? Önce samimiyeti sorgulayalım, hani çocuklarımız geleceğimizdi. Okullarda akıntıya karşı yüzmeye çalışıp, yeteneklerini hiç keşfedemeyerek, faydasız olduklarına inanan çocuklarımız için harekete geçme zamanı geldi de geçiyor. Elbette kastettiğim akıllı tahtalar, tabletle eğitim vs. değil. Bahaneler ile bir yere varılamayacağı net bir tablo olarak karşımızda duruyor.

Niteliksiz ve bilimden uzak, din esaslı eğitim amacı güden bir sistem, öğrencilerin yaratıcılığı ve özgünlüğünü öldürmektedir. Köy Enstitüleri ile yapılan devrim de, bu karanlık zihniyet tarafından durdurulmuştur. Günlük hayatta kullandığımız akıllı telefonların yirmi yıl önceki haline baktığınızda ne kadar çok gelişme gösterdiğini, bugünkü modern bir araba ile elli yıl öncesi bir araba arasında da şaşırtıcı değişiklikler olduğunu biliyoruz. Oysa eğitimde geçen onca yılda hiçbir şeyi değiştiremedik. Bilimden uzak, ezbere dayalı, verilenlere göre hayata bakmaları istenen öğrencileri yetiştiren bir eğitim sistemi dayatmasından vazgeçilmelidir. İşte bu nedenlerden sistem, bireylerin kendi olma potansiyellerini yok ediyor. Bilimsel, sorgulamaya açık, ilgiye göre bilgi, yeteneğe göre eğitim verilmesi şart. Aksi durumda dünya genelindeki pek çok alanda başarıdan söz etmemiz mümkün olamayacaktır.

 

Öğretmenler ihmal edildi

 

Yaratıcı, yenilikçi, eleştirel ve bağımsız olarak düşünebilen ve birbirleriyle bağlantı kurabilen insanlara ihtiyaç duyduğumuz bir dünyada yaşıyoruz. Her bireyin düşünce ve yeteneklerinin birbirinden farklı olduğunu çok iyi bilmemize rağmen çocuklarımıza neden pasta kalıbı muamelesi yapıyoruz. Test sistemini bulan Fredeick Kelly, bir süre sonra “testlerin kullanılamayacak ilkellikte olduğunu” söyleyebilmiştir. Dürüst olunmalıdır tabiî ki matematik önemlidir ama bu önem sanat veya dans yeteneği ile eşit derecede olmalıdır. Her yeteneğe eşit fırsat verilmelidir. Bir doktorun bütün hastalarına aynı reçeteyi yazdığında nasıl feci durumla karşılaşılırsa,  tek düze eğitimle de çocuklarımızın hepsi hasta ediliyor. Bir doktor bir çocuğun hayatını, kalbini tedavi ederek belki de ameliyat yaparak kurtarabilir. İyi bir öğretmen de çocuğun kalbine erişip, birey olarak her konudaki yetkinliği kazanmasını sağlayabilir. Böylesine özel bir meslek olmasına rağmen, çoğu zaman öğretmenlerin suçlandığını dahi biliyoruz. Oysa sorun eğitimci de değil, eğitim sistemindedir. Eğitim sistemimizin merkeziyetçi ve bürokratik bir yapıya sahip olması,  toplumun çeşitli katmanlarının görüşlerinin de alınmaması nedeniyle, kalıcı çözümler geliştirmek mümkün olmamaktadır.

Ülkemizde öğrenciler, şu anki nüfusun yüzde 20’sini oluşturuyor olabilir ancak geleceğimizin yüzde 100’ü olduğunu unutmamalıyız. Onların yetenek ve hayallerine destek vermeliyiz. Balıkların ağaçlara tırmanmaya zorlanmadığı bir eğitim sistemi çağdaş toplumlarda mümkündür. Düşünen, algılayan, paylaşan sosyal varlık kavramları, laik eğitimle kazanılabilir. Çünkü laik eğitim, akılcı, bilimsel ve düşündürücü, sorgulayıcıdır. Atatürk’ün “fikri hür, vicdanı hür, irfanı nesiller” “sözünde yatan ana fikir ve gösterilen hedef, yine “Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” sözlerinde açıkça vurgulanmıştır. Ülkemizin geleceği yeni kuşaklar, akıl ve bilim ışığında, laik eğitim sistemiyle yetiştirilmeli bunun içinde ivedilikle eğitim sistemimizi bu bürokratik yapıdan kurtarıp, çağdaş toplumlarda olduğu gibi katılımcı bir yöntemle, sorun üreten değil, sorun çözen bir yapıya kavuşturmalıyız.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar