Eylül

Naturalist dinler, doğanın sonbaharda uykuya daldığını, ilkbaharda ise, gökyüzü tanrısı ile yeryüzü tanrısının, örneğin Sümerlerde “Tammuz” ile “İştar”ın birleştiğini, bu birleşmeden gebe kalan toprağın doğurganlığa dönüştüğünü, tabiatın canlanıp ürünler verdiğini ve yeni bir yılın başladığını insanlara anlatırlar.

Bu nedenle insanlar, tabiatın kendi içine kapanışını temsil eden sonbaharın başlangıcı olan Eylül ayını hep biraz ”buruklukla” biraz “hüzünle” karşılarlar.

Eylül, doğanın şiddete dönüşen koşullarının başladığı, havaların soğuduğu, yiyecek çeşitlerinin azaldığı, ağaçların yapraklarını döküp uykuya yattığı, hayvanların inlerine çekildiği günlerin başlangıcını oluşturur.

Eylülde insanları bir karamsarlık sarar.
Sonbaharla birlikte doğal coşkular azalır.
Aşk ateşleri bile zayıflar.
Eylül ayı insanlar için-çoğunlukla- bir “melankoli” ayıdır.
Ben bu bakımdan biraz “ters” bir insanımdır.
Yaşama koşulları sertleştikçe beni de sertleştirir.
Özellikle özgürlüklerim kısıtlandıkça yaşama
hırsım artar, hayata bağlanışım güçlenir.
Her şeyin düzgün gittiği koşullardaki “gevşekliğim” geçiverir.

Özellikle insanlığı ve benim ülkemi ilgilendiren çapsız, gerici, soyguncu, adaletsiz yönetimler söz konusu olduğunda benim safım hemen “zulmün artsın” diyenlerin yanıdır.

Bu nedenle, tabiatın yaşama koşullarının zorlaşmaya başladığı “Eylül” ayları bana yeni bir yılın, yeni umutların, yeni kazanımların başlangıcı gibi gelir.

Geçen gün, gözümdeki katarakt nedeni ile yattığım ameliyat masasında aklıma, büyük Tevfik Fikret’in “Sis” şiirindeki unutulmaz anlatımı geldi.

17 yıldır ülkemizi saran o “dud-i muannid”in yani o “inatçı sisin” bu Eylülden başlayarak artık dağılacağına; üzerimize çöken “makûs talihin” savrulmaya başlayan hazan yaprakları ile birlikte geçmişe sürükleneceğine; gözlerimin o güzel günleri görmek için yeniden bol ışığa kavuşacağına inancım ve umutlarım büyüyüverdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar