Bunlar Mehmet Akif Ersoy’a da soruşturma açarlar!

İktidarın görüntülü yayınlar sopası haline gelen RTÜK, Tele 1’de Merdan Yanardağ’ın Abdülhamit hakkında sarf ettiği sözler nedeniyle soruşturma açtı.

Duyulmuş, görülmüş şey değil…

Çeşitli kurumlardan aldığı ballı maaşların hakkını verebilmek ve iktidara yaranabilmek için haddini aşan bir yola başvurdu Ebubekir Şahin…

Bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e hakarete ses çıkarmayan Şahin, Osmanlı’nın çökmesine yol açan padişahlardan biri olan Abdülhamit’in eleştirisini suç saymaya kalkıyor.

****

Acaba Ebubekir Şahin, bu kafayla Abdülhamit’i yerden yere vuran Mehmet Akif Ersoy’a, hatta ona karşı çıkan Saidi Nursi’ye de soruşturma açar mıydı?

Merdan Yanardağ, Akif’in “..ortalık şöyle fena, böyle müzebzeb işler/ ah o yıldız'daki baykuş ölüvermezse eğer/ akıbet çok kötü...” şirini okusaydı, ne diyecekti acaba?

Ya da şu şiiri:

... çoktan beridir vardı benim bir derdim/ gideyim, zalimi ikaz edeyim, isterdim. / o, bizim cami uzaktır, gelemez, mani ne?/ giderim ben, diyerek, vardım onun camiine. / kafes ardında hanımlar gibi saklıydı hamid. / koca şevketli! hakikat bunu etmezdim ümid. / belki kırk elli bin askerle sarılmış yıldız; / o silahşörler, o al fesli herifler sayısız. / neye malolmada seyret, herifin bir namazı: / sade altmış bin adam kaldı namazsız en azı!”

****

Şiirler bir yana, size bugün üç yapıtın tanıklığına başvurarak, “Ulu Hakan” Abdülhamit’i anlatmaya çalışacağım.

Osmanlı haremini iyi araştırmış ve belgesel roman haline getirmiş Alman yazar Peter Prange’nin ‘Harem’inden dönemin halifesine ilişkin şöyle bilgiler veriliyor:

"Beş bin nöbetçi ile kendi tebaasına karşı korunan Osmanlı'nın heybetli imparatoru 2. Abdülhamit!

..

Allah'ın yeryüzündeki gölgesi" padişah "Harem kadınlarının ve odalıklarının Yıldız Sarayı bahçesinde oluşturduğu kortejin arasından ağır adımlarla geçerken iki yana altın paralar savruluyor ve bunları çakılların arasından toplayan kadınlar aynı zamanda padişahın ayaklarının değdiği toprağı öpüyorlardı."

(Sayfa19)

****

Peki, haremde kaç kadın bulunuyordu; padişahın "bohça" gönderip, yatağına davet edebileceği?

Tam 500 kadın!

İslamcı Abdülhamit'in 4 yasal karısının yanı sıra bu kadar da cariyesi vardı.

Sonra konuşuyorlar, "Osmanlı niye battı?" diye!..

İsraf, zevk-ü sefa, halka sopa, saraya sefa...

****

Peki, haremdeki bir kadın, padişahın yatağına nasıl gönderiliyordu?

Müthiş bir hazırlık safhası var:

"Köleler sayısız kez yaptıkları hareketleri yineleyerek işe giriştiler. Elisa'nın bedeni temizlenip paklandıktan sonra saçları yıkandı, yumurta sarısı ile bakım yapıldı, göz kenarındaki çizgiler açılsın diye yumurta akı sürüldü. Kaşları alındı... Kızlardan biri saçlarına ezilmiş defne yapraklarından bir macun sürerken, diğeri yüzünü badem ve yaseminden oluşan bir merhemle ovdu ve yanaklarına pembe pudra sürdü. Yaşlı bir kalfa kadın gözlerinin canlı bakması ve parlaması için

yakıcı bir damla damlattı. Sonra cildini gül yağı ile ovup, mersin ağacı özü ve bezelye tozundan oluşan bir krem sürdü.” (Sayfa-59-60).

İşte bütün bu seremoni, bir gecelik aşk için!..

****

Sadece o mu?

Yıldız Sarayı'nda bir de kâhin vardı, adı Ebülhüda...

Kritik noktalarda Abdülhamit ona sorardı, devlet işlerinde son karar böyle verilirdi!

Yazar romanda Abdülhamit'i şöyle anlatıyor:

"Abdülhamit önemli niteliklere sahip bir adamdı... O geçmişle gelecek arasında sıkışıp kalmış biriydi. Hastaneler yaptırarak, eski İslam tekkelerini modern okullara dönüştürerek ve hatta imparatorluğun başkentinden, Bağdat'a tren yol kurarak Batı'nın yeniliklerini kendi devletine getiren ilk Osmanlı padişahı olmakla birlikte atalarının mirası batıl inançlar onda da kök salmıştı!"

(Sayfa 48)

****

25 dilin konuşulduğu, 50 ayrı milliyetten insanın yaşadığı Osmanlı, sanayi devrimi trenini kaçırdığı gibi bilimi, sanatı, kültürü, özgürlükleri kenara iterek yok oldu.

İşte Atatürk'ü ve Cumhuriyet'i var eden koşullar buydu.

ÜÇ İSTANBUL!

İkinci kitap, yine belgesel roman tadında, o dönemi yaşamış bir yazar Mithat Cemal Kuntay.’ın ‘Üç İstanbul’u…

Roman Abdülhamit döneminden başlayarak, Kurtuluş Savaşı’na kadar gelişen süreci anlatıyor.

Ancak en çarpıcı bölüm, Duyun-ı Ümumiye ile ilgili olanıydı.

****

1854 Kırım savaşından sonra borçlanan Osmanlı, 1881’de Abdülhamid döneminde iflas bayrağını çekmiş, ülkenin temel gelir kaynakları yabancıların kontrolü altındaki Düyûn-ı Umûmiye’ye bırakılmıştı.

Osmanlı Saray yönetimi parasız kalınca, zaman zaman bu gelirlere el koyan emperyalist tefecilerden para isterdi.

İşte öyle bir sahneyi anlatıyor Mithat Cemal Üç İstanbul adlı yapıtında:

“Temizlikten beyazmış gibi bir süt sakal; ayda ancak birkaç kere giyilen buruşuk bir fes; Nuri Bey. O Abdülhamid’in süt kardeşi ve Namık Kemal’in arkadaşıdır; Sultan Aziz devrindeki Yeni Osmanlılar’dandır; hürriyet rüyasından Namık Kemal Magosa’da, Nuri Bey Akka’daki zindanlarda uyanmıştı. Şapkalı adam Reji Müdürü Rambert’tir. Osmanlı İmparatorluğu’nun devlet esrarını sadrazamla beraber haber alan Şimendiferci (Demiryolu) Hügnen, Düyûn-ı Umûmiyeci Kumandan Berje gibi bu da bir ayağı Babıali’de (O günkü hükümet merkezi), bir ayağı Saray’da duran İsviçrelidir.”

Hazine tam takır kuru bakır olduğu için Maliye Nazırı, Reji Müdürü’nden borç isteyecek!

Şöyle devam ediyor Kuntay:

“Rambert, istenilen paranın ne kadar olduğunu Nuri Bey’den, o da Nazır’dan sordu: Hazır, küçük diline dolanan bir sesle cevap erdi. ‘Beş yüz lira!’

Nuri Bey sakalına kadar sapsarı oldu. O gün devlet hazinesinde beş yüz lira yoktu; Osmanlı İmparatorluğu, altı yüz senelik sakalıyla dileniyordu.”

*****

Kıbrıs’ı İngilizlere kiralayan Abdülhamid, sonraki süreçte de imparatorluğun toprak kaybını ve de çöküş sürecini durduramadı.

Yine de “Osmanlı’yı ayakta tutan Abdülhamid’dir” diyenlere de roman kahramanı Adnan’ın ağzından şöyle yanıt veriyor Mithat Cemal Kuntay:

“Hangi Osmanlı İmparatorluğu? Dünyada böyle bir şey mi var?

…Memleketin zaten neresi benim? Ereğli’de kömür Fransız! Haydarpaşa’da demir Alman! Yalnız Yemen’de dökülen kan Türk!

Üstünde ölüp, altında gömülecek kadar bir toprak, bu mudur memleket? Elçi tercümanlarının çiğnedikleri leşe siz Osmanlı İmparatorluğu mu diyorsunuz? ‘Maliyeyi düzeltelim!’ Bunu Padişah baş başa kiminle düşünüyor? Sadrazamla mı? Hayır! Alman baştercümanı Testa ile!”

*****

Adnan’ın sözleri şöyle devam ediyor:

“Vallahi Avrupa efendimizden korkar mı bilmem, fakat efendimiz eskiden Moskof çarından korkuyordu, sonra elçisinden korkmaya başladı, şimdi tercümanından korkuyor. Zaten neden korkmuyor ki? Sahilden korkuyor; kalem sesinden ayak sesine kadar her gürültüden korkuyor; gazeteden, reçeteden, kendi karyolasından korkuyor; kendi hafiyesinden korkuyor; öperken çocuğundan, çocuk yaparken karısından korkuyor. Korkacak kimse bulamazsa aynada kendisinden korkuyor. Abdülhamid sağ kaldıkça Osmanlı İmparatorluğu masrafsız batacaktır.”

Tarihin sahte kahramanlarından övgü çıkarıp, günümüzdeki uygulamalarını meşrulaştırmaya çalışanlar, yanlış kişi seçiyorlar!

Sultan 2. Abdülhamit’in Sürgün Günleri

Üçüncü kitap, Abdülhamit’in en yakınında bulunmuş birinin anıları…

Atıf Hüseyin Bey’in, ‘Sultan 2. Abdülhamit’in Sürgün Günleri’ adlı kitabı…

Atıf Hüseyin Bey, sıradan bir insan değil, Sultan Abdülhamit’in özel doktoru…

Önce şu saptamayı tekralayalım.

2. Abdülhamid yanlışları ve doğruları ile 33 yıl Osmanlı devletini yönetmiş, kendi düşünceleri doğrultusunda Osmanlı devletini yaşatmaya ve toprak kayıplarını önlemeye çalışmış ama istediği başarıyı sağlayamamış tarihsel bir kişiliktir. Onun döneminde Bosna-Hersek, Bulgaristan, Doğu Rumeli, Girit, Kıbrıs, Tunus, Mısır, iki Türkiye büyüklüğünde toplam 1,6 milyon kilometrekare toprak kaybedilmiştir.”

****

Bilindiği gibi Abdülhamit sürgündeyken, Çanakkale savaşı başladı.

Onca yılların kudretli padişahı bakın neler söylüyor o günlerde:

"Ahval pek kötü... Dünya karıştı... Boğazları da set ettiğimizi bu sabah gazeteler yazıyor. Çok fena... İngiliz gemileri Boğaz'ı zorlayıp da İstanbul'a gelirse bu İstanbul'un halkının hali ne olur? Vay vay! Ah! Ben her vakit söyledim. Bu İngilizler işin içine karıştı mı iş fenadır. Mağrur bir millettir. Dediklerinin üstesinden gelmek ister. Diğerlerine ehemmiyet vermez."

****

"Olanca ehemmiyeti Çanakkale'ye veriyorlar. Gemilerle askerlerle hücum ediyorlar. Zaten gönderdiği asker telef olsa da onun için ehemmiyeti yok. Galiba bizden de çok mecruh oluyor. Acaba telefat yani şehit çok mu? Acaba İngilizler nasıl mağlubuz diye çekilecekler? Buna benim aklım ermiyor."

****

"Hem düşmanın İstanbul'a girmesinde hiçbir menfaati yok... Girse bile onlar medeni insanlardır! Kimseye zarar etmezler!"

Bu harp ne olacak? Daha musalaha olmayacak mı? Aman ya Rabbi!

****

“Bari neticede kabak bizim başımıza patlamasa... Gazetelerde o kadar şiddetli kötü sözler yazıp hain İngilizler, alçak Moskoflar gibi, yalancı Fransızlar gibi fena sözlerle büsbütün onların kin ve garazlarını teşdidden başka faydası olmayacak sözler yazacağına bari İngilizlerle, Fransızlarla biz şimdiye kadar dost geçindik. Kırım muharebesinde onlardan muavenet gördük, Mısır'ın imtiyazını da yine tasdik ediyoruz. Zaten İngilizler de her vakit orasını muvakkaten işgal ettiğini söyleyip durmuyor mu? Aramızda büyük ihtilaf yok zemininde yazsalar fena olmazdı…"

****

“İki günden beri gazeteler kapitülasyonların kaldırıldığına dair makaleler yazıyorlar. Fakat devletlerin razı olacağına hiç aklım kesmiyor. Onlar razı olmazsa bilmem biz zorla nasıl yapabiliriz. Bütün devletlere nasıl karşı durabiliriz? Yoksa işimiz fenaya varır."

Mustafa Kemal’in karşısına çıkarılmak istenen Abdülhamit böyler biri…

Daha fazla söze gerek var mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar