Fatma Girik’in ölümü ve Muz Cumhuriyetleri!

Türk sinemasına büyük emeği geçen Fatma Girik’in anıları arasındaki muz öyküsü çok ilgimi çekti:

İlk olarak barda oturan bir kızı oynadım. Elime 2.5 lira tutuşturdular. Bir sene sonra, 1957’de 1000 lira karşılığında oyunculuğa başladım. Bu parayı eve getirip anneme verdiğimde mavi bir bluz ve muz istedim. Muz o kadar ulaşılmazdı ki bizim için o zamanlar; ilk kez 14 yaşında yedim.”

Bizim ilk gençlik yıllarımızda yoksullukla muz arasında doğrudan bir ilişki vardı.

İthal geldiği için çok pahalıydı ve sosyalistlerin jargonunda ‘Havyar ve muz’ önemli bir sınıfsal ayrım noktasını oluşturuyordu.

Zenginler ‘Havyar ve muz yerler” deniliyordu.

Oysa o yıllarda bile dünyada en çok tüketilen, fiyatı en uygun meyvelerden biriydi muz…

****

Artık bizde de sebze-meyve reyonlarının en uygun fiyatlılarından biri haline gelen muz bir dönem Türkiye siyasal tartışmalarında da başroldeydi.

Turgut Özal’ın ithalat sevdasıyla da özdeşleştirilen bir meyveydi ve 1980’li yıllarda ithalatı büyük tartışmalara yol açmıştı.

Sonrasında ithalat vergisi düşürüldü, muz üretimi yaygınlaştı ve artık kimsenin yüzüne bakmadığı bir meyve haline geldi.

****

Sol literatürde, özellikle 1968 sonrasında Küba devrimi keşfedilince, muz plantasyonları okuduğumuz bütün kitaplarda karşımıza çıkıyordu.

Gabriel Garcia Marguez’in ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ adlı başyapıtında muzun getirdiği felaket anlatılırken, “Önce birkaç gringoyu muz yemeye davet ettik, bir daha gitmediler” anlamında cümleler kurmuştu.

United Furiet Company hemen hepimizin bildiği o muz plantasyonlarını çalıştıran Latin Amerika’nın kesik damarlarındaki kanı emen şirketti.

Bu şirket komünistlere karşı Latin Amerika sağcılarını maddi olarak destekledi, darbelerle hükümetler kurdu, hükümetler yıktı.

Siyaset bilimine giren ‘Muz Cumhuriyeti’ kavramı da buradan türedi.

***

Fatma Girik’in ölümü üzerine Veteriner Hekim Hıdır Bayülgen’in paylaştığı anılarda muz bölümünü okuyunca, bunları anımsadım.

****

Bizim kuşağımızın üç büyük film artisti Hülya Koçyiğit (Ne yazık ki ailesinin kişisel çıkarları uğruna halkın değil Saray’ın sanatçısı oldu) Filiz Akın ile Fatma Girik’ti. Sonrasında Müjde Ar geldi.

En niteliklisi, en duyarlısı Fatma Girik’ti.

Sezen Aksu’nun Taliban anlayışla linç edildiği, (zehirli diliyle toplumu ayrıştıran ama tutuklanmaya asla hak etmeyen) Sedef Kabaş’ın içeri tıkıldığı dönemde bir büyük sanatçımızı kaybettik.

Başımız sağolsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar