Dört tarz-ı siyaset

Türkiye, bir hafta önce yapılan (7 Haziran 2015) genel seçimin ortaya koyduğu sonuçlara karşın, geçen yüzyılın başında olduğu gibi ve ona çok benzeyen bir tarihsel kavşakta durmaya devam ediyor. Türkiye’nin son 60 yılını belirleyen ve bu dönem boyunca bütün toplumsal, kültürel ve siyasal gerilimlerin kaynağını oluşturan bu ‘tarihsel kavşak’ nedir?

Uzun bir aradan sonra yeniden yazmaya başladığım “Beşinci Boyut” köşesinin bu ilk yazısında, çok önemsediğim bu konuda ne demek istediğimi açmaya çalışacağım.

Yurt gazetesine dönüp yönetimi üstlendikten sonra, kendi imzamla kaleme aldığım ilk Pazar yazısında (sonraki yazılarımda da) güncel analizlerin biraz (bütünüyle değil biraz) dışına çıkarak daha çok tarihsel, felsefi, ideolojik oylumu olan, bu anlamda teorik bir temele de oturan ve tezi bulunan yazılar kaleme almayı deneyeceğim.

***

Ülke ve toplum bir kez daha yön duygusunu yitirmiş durumda. Tarihsel ilerleyişi, sancılı ve uzun süren sinsi bir saldırı sonucu sert bir kırılmayla kesintiye uğrayan bir toplum var önümüzde. Diğer bir anlatımla, yaklaşık 60 yıla yayılan karşı devrim sürecinin, hedeflerine büyük ölçüde ulaştığı bir ülkeyle karşı karşıyayız.

Türkiye bütünüyle aşamadığı ve bir önceki yüzyıldan devraldığı siyasal, kültürel, ideolojik ve sosyolojik sorunlarla boğuşuyor. Ülke acı çekiyor.

Türkiye’nin 21. yüzyılın ilk çeyreğinde bütün ağırlığı altında ezildiği bu yükle yoluna devam etmesi mümkün değil. Çünkü Sünni islamcılığa dayalı bir diktatörlük kurmaya çalışan Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı son seçimlerde ağır bir yenilgiye uğramasına karşın, bu siyasal çizginin temsil ettiği tarihsel gericilik ve karşı devrim gerçekte siyasal hedeflerine büyük ölçüde ulaşmış durumda.

Dolayısıyla bu karşı devrimin sonuçları, zayıf bir hükümetin yürüteceği düşük yoğunluklu bir restorasyon programıyla ortadan kaldırılamaz. Karşı devrimi yenilgiye uğratacak ve Türkiye’yi yeniden kuracak bir iradeyi ancak devrimci bir iktidar ortaya koyabilir.

Umarız ki, 7 Haziran 2015 seçimleri böyle bir iktidarın yolunu açar. Ancak bu yolun açılması, mevcut tabloya bakıldığında zor görünüyor.

***

Geçen yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu çözülürken Akçuraoğlu Yusuf Bey ünlü “Üç Tarz-ı Siyaset” kitabını yazmış, toplumun önündeki seçenekleri göstermiş, önerilen yolları tanımlayarak arasındaki farkları ortaya koymuştu. Yusuf Akçura’nın gösterdiği ve zaten bir fikir akımı ve yaşam içinde siyasal hareket olarak var olan yollardan biri de uluslaşma ve burjuva devrimiydi. Kendisi de “Türkleşmek” dediği bu aydınlanma ve modernleşme çizgisinde duruyordu.

Burada ulus kuruculuğu anlamındaki, 1900’lerdeki demokratik Türkçülük ile bugünün tutucu, etnik, şoven ya da faşizan milliyetçilik kavramı arasında bir benzerliğin olmadığını vurgulayalım. Akçura’nın Osmanlı aydınlarına, siyaset sınıfına ve nihayet topluma önerdiği diğer iki yol ise Osmanlıcılık ve İslamcılıktı.

Bu kitap siyasal ve entelektüel tarihimizin/hayatımızın en parlak yapıtlarından biridir. Yusuf Akçura, büyük bir sadeleşme sağlamış ve topluma bir yön işaret etmiştir.
Osmanlı ya seküler bir kamu düzeni oluşturarak Hıristiyan halkları da içerecek şekilde çok dinli ve çok milliyetli bir imparatorluk olarak birliğini koruyacak (Osmanlıcılık); ya Müslüman halklardan oluşan bir din devletine evrilerek Doğu’ya doğru çekilecek (islamcılık); ya da imparatorluğun kurucu unsuru olan Türklere yaslanarak aydınlanmacı bir uluslaşma süreci (burjuva devrimi) ile modern bir topluma dönüşecekti. İşte Türkiye yüz yılı aşkın bir süre sonra bire bir aynı diyemesek bile bu anlamda çok benzer bir kavşakta duruyor. Toplum yön duygusunu yitirmiş halde siyasal, kültürel, ideolojik ve toplumsal bir kargaşa yaşıyor. Ülkenin bu yükü taşıması tarihsel ve sosyolojik bakımdan imkânsız görünüyor.

Bugün Türkiye’nin ve toplumun önünde, yüz yıl önceki tarihsel kavşakta olduğu gibi yine birden çok yol ve bu yollardan birinde yürüyebilmek için birden çok siyaset tarzı bulunuyor. Ancak küçük bir farkla, belki üç değil, dört yol ya da tarz-ı siyasetten söz edebiliriz.

Birinci yol; ılımlı islamcılık

Bu yol, bir önceki çağın değerler dünyasından beslenen, modernleşme dinamiğine direnen Osmanlı gericiliğinin devamı sayabileceğimiz ılımlı islamcılıktır. Birinci yol, İslam’ın şeriatı ile Osmanlı aydınlanmasının başlangıç varsayımları ve cumhuriyetin kuruluş ilkeleri arasında ortalama almaya dayalı melez rejime açılmaktadır. Bu rejim yarı laik, yarı seküler, kamusal yaşamın akıl ve bilimden çok görece yumuşatılmış şeriat kuralları tarafından düzenlendiği, içine kapalı ve tarihsel ilerleme yatağının kenarına düşen bir ülke demektir.
Türkiye, 12 Eylül 2010 referandumundan itibaren bu yola girmiş bulunuyor. Birinci Cumhuriyet’in tasfiye edildiği bir rejimdir. Seçim sandığının biçimsel olarak korunduğu, deyim uygunsa bir “Hurma Cumhuriyeti”dir.

İkinci yol; islamo faşizm

İKİNCİ yol, siyasal islamın egemen olduğu, laikliğin bütünüyle tasfiye edildiği, devletin ve toplumsal yaşamın Sünni islamın şeriatı ya da aynı anlama gelmek üzere Emevi islamı/dini tarafından belirlendiği bir yoldur.

Aklın, bilimin ve felsefenin dışlandığı, modern dünyadan kopan, dinci sermayenin totaliter ve terörist diktatörlüğüdür. Siyasal ve ideolojik anlamda IŞİD çizgisidir. İslamofaşist bir rejimdir. İçine doğru büzülen, dünyaya kapalı, insanın doğasına ve tarihin işleyiş yasalarına direnen, islamın uzayan Ortaçağına iltica eden bir toplumsal düzen demektir. Türkiye’nin girme olasılığının en zayıf olduğu, sosyolojik yapısı, tarihsel birikimi ve kültürel dokusu itibarıyla içine sığamayacağı ya da sığmakta çok zorlanacağı tek yol budur.

***

Yukarıda özetlenen her iki yol, Osmanlı-Türk modernleşmesi ve aydınlanmasına karşı gelişen yüz yıllık bir gerici direnişe ve karşı devrim hareketine yaslanmaktadır. Ülke tarihindeki bütün ilerici, modern, aydınlanmacı değerlere, kurumlara ve birikime karşı olmakla kendini tanımlayan islamcılık, her iki yolda da toplumsal bir barışı sağlayamayacaktır. Ülkeyi ve toplumu bölecek ve bir iç savaşa sürükleyecektir.

Üçüncü yol; cumhuriyetçi restorasyon


Bu yol, 1908 Hürriyet ve 1923 Cumhuriyet devrimlerini kendi temelleri üzerinde yeniden üretecek restorasyon yoludur. Modernleşmeci ve aydınlanmacı, aklı ve bilimi yeniden toplumsal ve siyasal yaşamı düzenleyen temel olarak alan ve batıcı sermayenin desteklediği birinci cumhuriyetçi yoldur. Burjuva demokratik devrimin tamamlanması anlamına da gelecek bu yol, güçlü seçeneklerden biri gibi görünmekle birlikte, bu kanı doğru değildir. Zor ve çatışmalı bir yoldur.

Üçüncü yol, devrimci bir burjuva sınıfının varlığını gerektirir. Ancak 21. yüzyılda böyle bir sınıf, devrimci niteliklerini koruyan bir burjuva hareket yoktur. Daha çok seküler değerlerin ve yaşam alanlarının korunmasını isteyen, bir önceki çağın egemen sınıfları ve değerleriyle uzlaşan ve esas olarak kapitalist sistemin istikrarından başka temel bir kaygıya sahip olmayan bir cumhuriyet burjuvazisi mevcuttur.

Bu sınıfın modernist talepleri de yukarıda ifade ettiğim söz konusu kaygıya dayalıdır. Siyasal islamcı karşı devrimle tarihsel bir hesaplaşmayı göze almadan Türkiye’nin yeniden bu yola girmesi zordur. Türkiye’nin üçüncü yola girmesinin tek yöntemi, cumhuriyet burjuvazisine rağmen, toplumun güçlü bir şekilde bu tercihe yönelmesidir.
Bu olasılık zayıf değildir ve esas olarak burjuva cumhuriyetini aşan yeni, toplumcu ve devrimci seçeneğin oluşturulamadığı koşullarda, ülke solunun önemli bölümünü de içine alarak güç kazanacaktır.

Dördüncü yol; devrimci cumhuriyet


Dördüncü yol eşitlikçi, aydınlanmacı, laik ve toplumcu demokrasiye dayalı devrimci cumhuriyet seçeneği ve siyasetidir.

Gericilikle yüz yıllık tarihsel hesaplaşmayı tamamlayacak ve burjuva cumhuriyetini ileriye taşıyacak gerçek yoldur. Başka bir yaklaşımla, yüzyıllık aydınlanma ve modernleşme sürecini, Türkiye ilericiliğini bütün mantıksal sonuçlarına ulaştıracak tek yoldur.

Bu yolu açacak strateji, Türkiye gericiliği ile tarihsel hesaplaşmayı tamamlamayı ve bu hesabı kapatmayı sağlayacak devrimci bir geçiş siyasetidir.

Türkiye’nin ilerici, aydınlanmacı ve laik damarıyla buluşan, tarihindeki bütün devrimci birikimini içeren, 1908 Devrimi’ni ve Cumhuriyet atılımını içererek aşan ve Kürt sorununun onurlu, adil ve eşitlikçi bir anlamda çözülebileceği bir yoldur. Taşıyıcı ve öncü gücünü; cumhuriyetçi, yurtsever ve laik güçlerle birleşen, emekçi sınıflar oluşturacaktır.

Beşinci Boyut

Önceki ve Sonraki Yazılar